Taklit kelimesi kültürümüzde bazı kompleksleri de tedaî ettirir. İnsanlığın tarihiyle yaşıt olan taklidin bizde daha çok Garp medeniyetini taklit olarak da anlaşıldığını belirtmemiz lâzım.
Taklidin cehaletten doğduğunu söyleyenler, bilememenin veya öğrenmemenin insanı taklit tehlikesine attığını kastederler. Öğrenmenin, bilmenin, düşünmenin ve üretmenin yolunu kapayan cehaletin ne denli dehşetli bir hastalık olduğunu, taklide düşenler elbette bilmezler.
Cehaletin eski zamanlarda yoksulluk, imkânsızlık ve rehbersizlikten geldiğini, bugün ise fen ve felsefenin yol açtığı “müfsit âletler” ve her türlü imkânın içindeki tembellikten doğduğunu iddia etsek yanlış mı olur? Semavî dinlere başkaldırmış felsefenin yardımıyla teknolojiyi kısmen ele geçiren insaniyet karşıtlarının sebep oldukları global cehaletin hakperest yazarlarca tahlil edilmeyişi de cehalete kuvvet verdiği gibi, mukallitlerin coğrafyasını da genişletiyor. İnsanın maddî hedefine ulaşmasını kolaylaştıran teknolojiye, insanın mahiyetine düşman ve onun maddî manevî dünyasını işgale hazır saldırgan dinsizlik el atınca, namlunun ucu netice itibariyle insana döndü. Fıtratı alabora eden düşünce ve hayat tarzıyla insan, halife veya hakim iken, maalesef zamanımızda mahkûm oldu.
Günümüzü mazi ile mukayese edenler, teknoloji ile gelen kolaylıklardan o kadar memnunlar ki… Yer yer övündükleri de oluyor. Hayvan sırtındaki bir aylık hac yolu üç saate inmiş. Dünyanın maşrıkından mağribine muhabere o kadar inkişaf etmiş ki, Çin-i maçine yorulmadan her gün denk denk malları sipariş veriyor veya gönderiyor, ne güzel değil mi? İlim adamları artık bir kitabı veya bir âlimi görebilmek için Hint kıt'asından Mağribe seyahat etmiyorlar. Telini devletlerin teline bağlayan her ilim erbabı, dünyayı ağların üzerinde buluyor. Sorusunu soruyor ve cevabını beklemeden alıyor. İşte bütün bu güzellikleri geçmişi ile mukayese edenler elbette iftihar edebilirler. Ama?
Mekke yolunda tasarruf ettiğimiz 28 günün avucumuzdan nasıl uçtuğunu, yeni İpek Yollarıyla bize ulaşan servetlerin nasıl berhava olduğunu ve milletlerin ağlarına bindirilmiş bilgilerle cehalet ve tembelliğin nasıl derinleştiğini birileri iddia etmeye kalkışşa, belki de yalanlayacaksınız.
Tiryakilik kelimesini halkımız daha ziyade “sigara bağımlılığı” anlamında mânâlandırır. Şu yeni teknolojiyle ortaya çıkan tiryakilikle kaybolan zamanları hesaplasanız, tasarruf ettiğiniz zamanlardan vazgeçer, hayvan sırtında hac yolunda çöllere düşmeyi, İpek Yolunu tekrar kervanlarla geçmeyi arzularsınız. Zira fıtrî seyahatlerde bulunur, temiz havalarda dolaşır ve sağlığınızı kaybetmezsiniz her halde…
Gerçi son zamanlarda “tiryakilik” bazen bağımlılık, bazen de hastalık kelimeleriyle ifade ediliyor. Öyle dehşetli bir hastalık ki; yeme ve tuvalet ihtiyaçları dışındaki bütün zamanları internet, TV başında, stadyum ve diskoteklerde ve buna mümasil yerlerde geçiren insanların sayısı o kadar çok ki… Dünyanın her tarafından elindeki teknoloji vasıtasıyla haberdar olan insanın başında dünya kadar dert ve problem varken, müfsit aletlerin karşısında uyuşturucu almışçasına ömrünü heba edecek insana siz de acımaz mısınız?
Kıyamete yaklaşırken dizlerinin bağı çözüldüğünden yokuş aşağı sür’atlenen şu ihtiyar dünyanın üzerindeki misafirlerin, boşa geçirecekleri bir saatleri bile yoktur. Şahsî dünyasında, cemiyette ve global olarak o kadar vazifeleri var ki… İşte cehalet, dünya kadar açık ve bize el sallayan binlerce hakikat ile aramıza o kadar kalın perdeler germiş ki… Ne ses, ne suret ve ne de siluetler, bize zindanımızdan kurtulmamıza yardım edemiyorlar. Bu kalın perdelerin veya duvarların ancak Kur´ân´ın elmas kılıçlarıyla bertaraf edileceğini hem Kur´ân ve hem de Efendimiz haber veriyorlar. Gel gör ki, İslâm memleketi olan Türkiye´deki idareciler de gafletimizi kalınlaştıran duvarları örmekle meşguller. Bütün bu tereddîlerin sebebini sorarsanız; medenî dünya ile bütünleşme cevabını alacaksınız. “Hangi medenî dünya?” demeyiniz sakın. Elbette ki Avrupa ile. Fakat bu da başka bir iğfal. Belki de bilmeyerek aldatıyorlar. Bilmeden hariçteki cereyanlara alet oluyorlar.
Cehalet perdesini itip Avrupa´nın içine baktığımızda; Avrupa´nın dört elle dinine, bayramına, geleneksel kültürüne ve harsına sarıldığını göreceksiniz. Bilhassa noel öncesinde dinî sembollerin yalnızca şehir ve sokakları değil, o coğrafyaların arz ve semasını kapladıklarını göreceklerdir. Devletlilerimizin de, Avrupa´nın mahiyetini öğrenmeden körü körüne taklit ettiklerini anlayacaklardır. Biliyorsunuz… Yine de hatırlatalım. Medeniyetin güzelliklerini medenî dünya dedikleri Avrupa´dan almak için yine ilim gerekiyor. Fakat cehaletimiz, idarecilerimizi de körü körüne taklide mahkûm etmiş. Hıristiyan dünyasının dinî kültürüne sıkı sıkı sarılması İnşaallah bizimkileri de intibaha getirir. Zira duâ günleridir. Elimizden başka birşey gelmiyor…
08.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|