Belki de “AKP iktidarının AB diye bir derdi var mı?” şeklinde bir başlık daha uygun olacaktı. Zira Türkiye’nin AB projesine dahil olma arzusu üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçtiğine göre, elbette ülkemizin AB’ye girme iradesi tartışmasızdır.
Siyasî iktidarlara, hükümetlere ve ihtilâl sonrasındaki gayr-ı millî oluşumlara göre bu soruyu sorduğumuzda, cevap yerine yine suallerle karşılaşıyoruz.
Her şeyden önce AB’nin mahiyeti üzerine millet olarak doğru bir mutabakata gidemediğimizden, toplumda her gün yeni bir AB sorgulamasıyla karşılaşıyoruz. AB projesine dahil olmamızı istemeyenler de, kastettikleri mânâyı açıkça ifade etmiyorlar. Bazıları geleneksel tezgâhlarının bozulmasından, bazıları Kemalizmin bitmesinden, bazıları dini siyasete âlet edemeyeceklerinden, diğerleri de ırkçılık ve bölücülükten nemalanamayacaklarından endişe ediyorlar. Saydığımız kaba sınıflandırmayı daha yakından detaylandırdığınızda; Türkiye’deki hantallıktan, komite diktatörlüğünden, kanun hakimiyetinin olmamasından ve daha doğrusu cehaletten istifade ile milletin sırtından geçinen binlerce özel ve tüzel kuruluşların gizliden gizliye AB’ye karşı bir set oluşturduklarını müşahede edeceksiniz. AB’yi bir hürriyet ve demokrasi projesi olarak değerlendirdiğinizde, AB standartlarının ve kanun hakimiyetine dayanan nisbeten şeffaf yapılanmanın hangi tezgâhlara zarar vereceğini az-çok kestirebiliyorsunuz.
Ülkemizde, bir zamanlar yüzde yetmişlere varan AB taraftarlığının ekalliyete doğru yuvarlanmasının sebepleri üzerinde duranlar, suçlu olarak hükümeti buluyorlar. Aslında AKP hükümetinin 12 Eylül zihniyetine tutsak olduğunu, 28 Şubat sürecini “ılımlı sivil” zeminlerde devam ettirmekle vazifeli olduğunu bilenler, hiçbir zaman bu hükümetten AB lehine olumlu bir beklenti içine girmediler. Türkiye’nin millî politikalarının bir parçası olarak AB sürecine taraftar görünmeyi başarı ile bugünlere getiren hükümetin, hukukî reformlar niteliğinde kayda değer bir adım atmaması da bunu gösteriyor. Kopenhang sürecinden Başbakanın katıldığı meşhur Brüksel protokollerine kadar ve daha sonraki zamanlardaki icraatları incelediğinizde, AB sürecini frenleyen çok ciddî ve titiz çalışmalara da şahit olabilirsiniz. Yapması gereken yükümlülükleri yerine getirmemekle AB sürecini savsaklayan hükümetin, medyayı kullanarak kamuoyunu yanlış bilgilendirmesi de, üzerinde durulması gereken önemli bir husus.
Bu hükümetin AB’yi savsaklama politikasında başarısız olduğunu kimse iddia edemez. Birlikte hareket ettikleri neocon ve neoliberallerin gösterdikleri istikamette, Kemalistlerle ittifak halinde gösterdiği performansı inkâr etmek, büyük haksızlık olur. Türkiye’yi bunca zaman engellemesine ve hatta yer yer geri götürmesine rağmen kamuoyunda AB taraftarı görünmesi büyük başarı sayılmaz mı? Önce Kemalistler, sonra milliyetçiler ve daha sonra siyasal İslâmcılar olmak üzere AB’ye karşı kendisini destekleyenleri mahcup etmeyen bir hükümeti bu yolda kimsecikler başarısız addedemez.
Hükümetin AB yolundaki samimiyetini ölçebilecek bir alet olsaydı, mesele azıcık vuzuha kavuşurdu. Türkiye’yi Kemalistlerin büyük desteğiyle temsil eden AKP’nin Avrupa’dan görünen resmi, Ankara ve İstanbul’dakilerine hiç benzemiyor. Yanlış bilgilendirme ve yönlendirmelerle Türkiye dünya barış projesinden mahrum kalırken, 12 Eylül orijinli bakanlar, beyanatlarıyla adeta AB ile istihza ediyorlar. Kemalizmin kriterleri insanî kriterlerin önüne geçince Avrupalılar da şaşırıyor. Doğusundaki PKK belâsını ancak AB süreciyle aşabilecek bir Türkiye’yi Kemalistler istemiyor. Fakat oyuncuların mahir oyunlarıyla, AKP ve Kemalistler kavgalı gibi de gösteriliyor. Müthiş bir artistlik gücü, fakat yerli değil...
24.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|