Siyasetbilimci Dr. Levent Korkut, “Kurtuluş Savaşında oluşturulan konsensüs devam ettirilebilmiş olsaydı, demokrasiye geçiş bu kadar zor olmazdı” dedi. Korkut, Kurtuluş Savaşında çeşitli etnik grupların hep birlikte hareket ettiklerini, “yeni bir din algısı”nın söz konusu olmadığını, İzmir işgali son bulduğunda herkesin “İstanbul'da padişahımız var, misyonumuzu tamamladık, iş bitti” dediğini, ama “İş şimdi başlıyor” diyen M. Kemal'in kafasındaki ulus devlet projesini uygulamaya koyduğunu ve böylece savaşta beraber olduğu çoğunlukla yolunu ayırdığını söyledi.
RESMî İDEOLOJİ DAR KADROYA EMANET
Yeni kurulan devletin din algısının milliyetçilik üzerinden yürüdüğüne dikkat çeken Korkut, “Cumhuriyeti kuranlar dini ibadete indirgeyerek, dinin felsefesini ve sosyal yönünü dışladılar. ‘Cami olsun, ama benim olsun’ anlayışıyla, toplumu Diyanet ve cami gibi kurumlar aracılığıyla kontrol etmeye çalıştılar” dedi. Korkut, “Ulus devlet ideolojisi dar bir kadroyla oluşturuldu, o kadro her zaman diğerlerine karşı güvenilir sayıldı ve rejimin devamı o kadroya emanet edildi” şeklinde konuştu.
İnsan var oldukça tartışma bitmez, ancak Türkiye gibi şeffaflaşmaya yeni başlamış, yeni bilgilerin gün yüzüne çıktığı bir ülkede hiç bitmez. Biz de bu hafta yeni gelişmeler ışığında Uluslararası Af Örgütü Yönetim Kurulu Üyesi, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Kurucusu, Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde İdare Hukuku, Avrupa Birliği’nin siyasal ve hukuksal yapısı ve insan hakları hukuku derslerini veren Dr. Levent Korkut’la konuştuk. Uluslararası Af Örgütü adına açıklama yapmadığını söyleyen Korkut’un en ilginç açıklaması Türkiye’nin Birinci Meclis tartışmalarına 80 yıl sonra tekrar başladığı oldu. Biz de bu seksen yıllık gecikmeyi konuştuk...
Uluslararası Af örgütü Türkiye’de ne gibi faaliyetler gösteriyor?
luslararası Af Örgütü’nün çıkış amacı; düşünceleri yüzünden mahkûm edilmiş kişilerin serbest bırakılması ve idama mahkûm olmuş kişilerin cezalarının kaldırılmasıdır. Bugün Af Örgütü’nün misyonu evrensel bildirgede ve milletler arası anlaşmalardaki yazılı bütün hakların insanlar tarafından etkin şekilde kullanılmasının sağlanmasıdır. Türkiye çalışmalarına ben 1995’ten bu yana katılıyorum.
Türkiye’nin Af Örgütüne bakışı nasıl olmuştur?
1980 darbesinden sonra Af Örgütü Türkçeyi aleyhinde bir rapor hazırladı. Af Örgütü o dönemki eksik yargılamalar ve idam cezasına karşıydı. Bunun üzerine Kenan Evren “Asmayacağız da besleyecek miyiz?” demiştir. Bu açıdan ilişkiler hep gergin olmuştur. O dönemlerde Af Örgütü üyelerinin Türkiye’ye girmesi yasaklanmıştır.
Peki Türkiye’de Af Örgütü nasıl kuruldu?
1990’lı yılların başında Adalet, İçişleri Bakanlıkları Af Örgütüne negatif bir algıyla bakarlardı. Af Örgütünün şube açması bakanlar kuruluna bağlı olduğu için epey vakit almıştır. 2001’de yaptığımız başvuru 2002’de karara bağlanarak şube açılmasına onay verildi. AB sürecinin bunda önemli katkıları oldu...
Çalışmalara katıldıktan sonra günlük hayatta fark edilmeyen önemli bilgilere sahip oldunuz mu?
1999 öncesinde devlet kapalıydı ve bilgiye ulaşmak neredeyse imkânsızdı. Bakanlıklarla iletişim kurmanız nerdeyse imkânsızdı. Bir de kurallar gereğince şube kendi ülkesi için rapor hazırlayamaz. İngiltere’den gelen ekip Türkiye’de inceleme yapıp rapor hazırlıyor.
Devlet neden kapalılığı tercih ediyordu?
T.C. gizlilik ilkesini benimsemiş. Cumhuriyet bir uzlaşma sağlamayı başaramayınca sistemi kapatıp halkı gütmeye kalmış. Bilgi sahibi olmak isteyen insanları da devletin bu tutumundan korkmuşlar. Devletle uğraşma tehlikeli olarak görülmüş. Halk pasif bir kabul ediş içinde...
Bu uzlaşma CHP’nin temsil ettiği “Benim dediğim olacak” uzlaşma anlayışı mı?
Irk temelli bir millet oluşturmak istenmiş. İnsanlar belli bir din anlayışına zorlanmış. Bu zorlamalarla demokrasiyi ve şeffaflığı sağlamak mümkün değil. Milletin istemediği nitelikte bir devlet algısı devlet gücüyle dayatılmış...
Can Dündar, M. Kemal’in bütün dinlere karşı olduğunu söyledi. Peki, bu durumda nasıl bir din algısı dayatılmış olabilir?
Cumhuriyet kurulduğunda etnik olarak Türk olanların sayısı, Türk olmayanların sayısından az. Devlet bu açıdan dini bir yapıştırıcı olarak görüyor ve dini kontrol etmek istiyor. Dinin aslından korkuyor, dinin kendi algıladığı gibi olmasını istiyor. Bu açıdan bakıldığında etnik olarak Türk olmayanları birbirine bağlayan şey din olmuştur. Onun için Cumhuriyeti kuranlar “Lozan gayrimüslimler içindir” diyor. Çünkü Cumhuriyetin Müslümanları “Türk milleti”ne dönüştürme projesi var. O dönemde azınlığı kabul ederse bu proje batar.
Bu başarılı olmuş mudur?
Oldu da denebilir. Türkiye’de yirmi etnik grup var. Bu etnik gruplar kendi kültürlerini korumakla birlikte Türkleştiler. Etnik kimlikleri üzerinden hareket etmiyorlar. Meselâ devlet katında “Hikmet Çetin de Kürt’tür” denebiliyor...
Türk milliyetçiliğine karşı olan bazı insanların “Kürtler kimliklerini söyleyerek bir makama gelmeliler” açıklaması tutarsız değil mi?
Şovenist bir şekilde dile getiriliyorsa tehlikeli, ancak kimlik meselesi olarak ifade ediliyorsa zararlı olmaz. Türkiye ulus devlet modelini oluştururken, Fransa’yı örnek aldı. Ancak Fransa’da Fransız diye bir etnik grup yoktur. Nötr bir kavramdır. Fransız çeşitli etnik grupların oluşturduğu kimliğin adıdır. Fransa bu konuda başarılı olmuştur. Britanya olamamıştır. İngiltere İşçi Partisi İskoçların desteklediği bir partidir. Orada başbakan İskoç ise “Ben İskoç’um” diyebilir. Bunu şovenist anlamda söylemez, çünkü İngiltere’de Britanya vatandaşlığı en üsttedir. Gruplar kendi içinde ırkçı bir şekilde yarışmaz. Tabiî olarak her yerde olduğu gibi, bu ülkelerde de ırkçılar vardır. Biz ise, bir etnik grubun ismini bütün milletin ismi haline getirmeye çalışarak büyük bir ayrışmayı fitilledik. Belki ortak bir isim verilseydi, bugün bu tartışmalar olmayabilirdi.
Siz Türkiye’de millet oluşturma açısından belli bir başarı olduğunu söylediniz. Burada Kürt unsuru sorun oluşturuyor mu?
Demin de söylediğim gibi, M. Kemal ve ekibi Müslümanları bir potada eritip bir millet oluşturma peşinde. Kürtler için asimile gayrimüslimler için tasfiye...
Bu tarihten gelen bir alışkanlık mı?
Osmanlı’da durum farklıdır. Osmanlı gayrimüslimleri azaltmaya çalışmaz. Onların da yaşama hakkı vardır. Onları bazen Müslümanlaştırmaya çalışır, o kadar...
Cumhuriyet yaşama hakkı bile vermiyor yani?
Ben bunun uzun süreli bir strateji olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyeti kuranlar gayrimüslimlerin ulusa zarar vereceğini, ulus oluşumunu engelleyeceğini düşünmüş.
Az önce Kürtler için asimile dediniz. Bu yapılamamış mı?
Kürtler açısından bakıldığında başarıldığını söylemek zordur. Bugünkü korkulardan biri Kürtleri tanırsak, diğer gruplar da canlanma içine girebilir korkusudur. Kafkas dernekleri örgütleniyor.
T.C. kendi din algısını oluşturdu diyebilir miyiz?
Kurtuluş Savaşı çeşitli etnik grupların birlikte verdiği bir savaş. Ortada yeni bir din algısı ve Türk milleti diye bir şey yok. İnsanlar bu değerler için savaşmıyor. İzmir işgali son bulduğunda herkes “İstanbul’da padişahımız var. Misyonumuzu tamamladık. İş bitti” diyor. O sırada M. Kemal, “İş şimdi başlıyor” diyor. M. Kemal’in kafasındaki imparatorluğu tasfiye eden ulus devlet projesidir. Burada Kurtuluş Savaşı’nda savaşan çoğunlukla M. Kemal’in yolları ayrılmaya başlıyor.
M. Kemal’in yeni hedefi Türk oluşturmak galiba?
İstiklâl Marşı’nda Türk kelimesi geçmez, bugün yazılsa onlarca Türk kelimesi geçer. Bunun yanında yeni kurulan devletin din algısı milliyetçilik üzerinden yürüyor. Devlet bu görüşlerine uymayanlara karşı zor kullanmaya başlıyor. Böylelikle Kurtuluş Savaşı’nda oluşturulan konsensüs, seksen yıl gecikmiş oluyor. Oradaki konsensüs devam etseydi demokrasiye geçiş bu kadar zor olmazdı. 1950’lerde uluslar arası konjonktür demokrasiye geçiş yolunu açtı. Ancak soğuk savaş nedeniyle Batı Türkiye’de kargaşa istemediği için demokrasiye geçişi desteklemedi. Darbeleri destekledi.
Demokratik bir ülke Batının daha çok işine yaramaz mıydı?
Batı, ülkenin Sovyetlere yaklaşmasından korkuyordu. Türkiye’nin bağımsız hareket etmesinden korkuyordu.
Batının şu anki bakışı nasıl?
1990’lardan sonra bu anlayışı terk etti. Onun içindir ki darbe falan ortadan kalktı. Bugün biz, Cumhuriyetin başında birinci Meclis tarafından yapılan tartışmayı seksen yıl sonra tekrar yapmaya başladık. Bu tartışmalardan sağlıklı bir sonuç çıkması için sivillerin uyum içinde hareket etmesi şart.
Sivil alana girdiğimizde de karşımıza “Beyaz Türk” kavramı çıkıyor...
Cumhuriyetin Beyaz Türkleri hem rol model, hem de itaat edilmesi gereken insanlardır. Cumhuriyetin ulus-devlet ideolojisi dar bir kadroyla oluşturulduğu için o kadro her zaman diğerlerine karşı güvenilir kabul edildi. Rejimin devamı o kadroya emanet edildi. Beyaz Türk’ün karşılığı asimile olmuş Sünnî Türk’tür.
Buradaki Sünnî kavramını geleneksel Sünnîlikten uzak tutmak da fayda var diye düşünüyorum...
Tanımın içinde farklı algılamalar olabilir, ancak Sünnîlik devletin kullandığı bir şey. Hakezâ Sünnîlerin yüzde sekseni Diyanet gibi bir kuruma ‘evet’ diyebilir.
Ben bu algının değiştiğini düşünüyorum. Devlet Sünnîliği olumlasaydı, AKP gibi Sünnî tabanlı bir partiye neden darbe yapmak istesin ki?
Doğru... Devlet Sünnî anlayışı kontrol etmek istemiştir. Kontrol edebildiği ölçüde de başarılı olmuştur. Sünnîliği kullanmıştır, yönlendirmiştir. Hanefî mezhebinin gereklerine göre şekillendirmemiştir. Bu anlayışı devlete uyarlamaya çalışmışlardır. Bütün otoriter ve totaliter rejimlerde olduğu gibi, Cumhuriyeti kuranlar dini ibadete indirgeyerek, dinin felsefesini ve sosyal yönünü öldürdüler. İslâm’ı ibadete hapsettiler. “Cami olsun, ama benim olsun” anlayışıyla toplumu bu kurumlar aracılığıyla kontrol etmeye çalıştılar.
Başbakanın sürekli vurgu yaptığı elit sorunu nedir?
Elit her ülkede olur. Demokrat rejimlerde de olur, ancak onlar demokrattır. Bugün Obama’yı başkan yapan Amerikan elitleridir. Bizdeki elit, devlet elitidir.
Aradaki fark ne?
Demokrat elit toplumun içinden gelir ve toplumla alıp veremediği yoktur. Bizdeki devlet elitleri topluma bir şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışır. Kendini toplumdan hissetmez. Bizde elit olman için bilgi sahibi olman gerekmez. Devletin resmî tezlerini tekrarlamak yeterlidir. Toplumdan beslenmeleri şart değillerdir.
Beyaz Türk’ü, eliti sorduktan sonra Türkiye’nin zencileri var mı diye sormadan edemeyeceğim?
Ayrımcılık mağduru herkes zencidir. Bence Türkiye’de ayrımcılık görenlerin en altında Romanlar vardır, Kürtler bile bu insanlara ayrımcılık yaparlar. Zencilikten kurtulmak için sivil toplumun bir araya gelerek anayasa yapması şarttır. Bizim anayasamızın ruhu yok. Çünkü anayasalara ruhu millet verir. O ruh olmayınca bir şey yapamıyorsunuz. Tek partili meclisin yaptığı 1924 anayasasında bile bir ruh vardı. Bugün askerlerin yaptığı bir anayasayla yönetiliyoruz.
Bütün bu analizlerden sonra, Vecdi Gönül’ün tehcir ve mübadeleyi savunan açıklamalarını nasıl okumak lâzım?
Cumhuriyetin ilk döneminde de Gönül gibi düşünülüyordu. Bu anlayışın Türkiye’nin gelişimine verdiği zararı açıklamak çok zor. Gayrimüslimler ticaretle ve sanatla uğraşıyorlardı. Bu insanların uzaklaştırılması her şeyi ilkelleştirmiştir. Cumhuriyetin başından itibaren gayrimüslim vatandaşlar istenmiyor. Vecdi Gönül’ü birileri cumhurbaşkanı yapmak istemekte haksız değillermiş. Osmanlı döneminde padişahlar İstanbul’da gayrimüslimlerin çoğunlukta oldukları bir şehirde yaşıyorlardı ve bundan rahatsız değillerdi.
|