Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Bediüzzaman
Bilmece gibi insanlar çok, çöz çözebilirsen. İşte onlardan biri, sahilde oturmuş, eliyle dalgaları sayıyormuş. Oradan geçmekte olan biri de, kendi gibi boş gezenin boş kalfası zannedip, takılmak istemiş garibime.
“Hemşerim, şimdiye kadar kaç oldu?” diye sormuş.
Adamcağız başını bile kaldırmadan:
“Geçen geçti” demiş, “hepsi BİR, hepsi BİR.”
…
Yüzümüzü, kesretten vahdete, çokluktan birliğe, yani tekliğe çeviren arı duru bir söz. Karmaşa nerede olursa olsun rahatsız ediyor insanı. Ruhumuz birliğin âhengi içinde nefes alıp rahatlıyor.
Çok düşün, az konuş… Boğayı boynuzundan, insanı sözünden tutarlar. İyisi mi; güzel söyle, güzel işit. Kimseye hor bakma. Viranelerde gizli hazineler var. Bulutun arkasından ay çıkar. Bir söyle, Bir’i söyle. Sadece Bir’i.
Yaratılışın esrarı varlığın o çetin bilmecesi bu sırda gizli. Vahdette, birlikte gizli.
“Kaçır beni âhenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye onun olsun şairlik.
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.
…
Atomlarda cümbüş, donanma şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İç içe mimarî, iç içe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.”
N. F. Kısakürek
Boşuna “çile” çekmemiş, boşuna kafa yormamış şair. “Aynalar söyleyin bana, ben kimim?” diye boşuna sormamış.
Bediüzzaman Hazretleri:
“İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyyeye ayinedarlık eder (…) İnsanın mahiyet-i câmiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sani’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahim isimlerini, ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini ve hakeza, bütün aza ve alâtı ile, cihazat ve cevarihi ile, letaif ve maneviyâtı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmanın, ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i azam var, öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki: o da insandır.
“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku… Yoksa hayvan ve camit hükmünde insan olmak ihtimali var!”
Bazen uzakta zannettiğimiz şeyin cevabı çok yakınımızdadır. Ama haberimiz olmaz. Hikmetli bir söz, bir kıssa uyandırır bazen. Bazen de sessizlik, sâkinlik yapar bu işi. Bir bakışla görülseydi, akılla anlaşılsaydı her şey, mesele kalmazdı. Kur’ân’a, peygambere ihtiyaç olmazdı.
Oysa göz görmek için güneşe muhtaç olduğu gibi, akıl da anlamak için Kur’ân güneşine muhtaç. Halk eden Hâlık, mahlûkunu bilmez mi? Ona lâzım olan neyse vermez mi?
Evet, bize de ihtiyacımız olan her şeyi vermiş. O'nu bilmemiz, O'nu bulmamız için. Yeter ki, gözümüzün ve kalbimizin önündeki gaflet perdelerini sıyırıp açalım.
Bediüzzaman, burada da bize eserleriyle yol gösterici oluyor. Bizi düşünmeye, tefekküre çağırıyor:
“Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. ‘Ne diyorsunuz?’ de. Elbette ‘Yâ Celil, yâ Celil, yâ Aziz, yâ Cebbar’ dediklerini işiteceksin. Sonra deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. ‘Ne diyorsunuz?’ de. Elbette ‘Yâ Cemil, yâ Cemil, yâ Rahim, yâ Rahim’ diyecekler.”
Evet, uyuyan nefes alır, uyanan helâllik alır. Hayat gözünü dört açan, şaşılacak çok şeyler görür. Geç kalmaz eksiklerini gidermekte. Nöbetçi kulelerden son boru sesini öttürmeden alış verişini tamamlar, ticaretini kusursuz yapar da öyle döner, öyle girer kapıdan içeri.
Ağır olan sırtımızda taşıdığımız yükler değildir. En ağır yükler günahlardır… Bir ömrü sarsan hatalardır. Hatalardaki ısrarlardır.
Tövbe sularında yıkan. Yıkan ki, silinsin, gitsin içindeki bu kirler. Oh çok şükür devası var her derdin. Hüner onu bulmak. Bir şey ki hayırlı, onu yap önce. Onu öne al.
Bırakmaz ki peşini şeytan. Bu da güzel. Neden? Kıymetlisin, sırlar sende, içinde gizli de ondan. Değerini, görevinin önemini bildiriyor sana. Öyle değil mi? Kırk harami bir çulsuzu soyamaz. Yok ki garibin bir şeyi… Sende ise çok şeyler var. Bilir o şeyin ne olduğunu şeytan. Onun için peşinde. Kendinde olmayan sende var, onu sende görmek, çıldırtıyor mel’unu. Kıskanç şeytan, işte onun peşinde. Değerini bil… Oyuna gelme. Günah yollarının üzerinde kedinin fareyi beklediği gibi bekliyor. Onun adımlarını izleme. Bırak o seni izlesin. Hiçbir şey yapamaz. Çirkin bir gölgedir o. Ara sıra lâf atar, söz atar. Vesvese verir, hatırlatır kendini. Her daim sen de Allah’ı hatırla. Euzu besmeleyi unutma. Kahret yüz kere, bin kere kahret onu.
Güzelce yürü, git işine aldırma. Hayırda kılavuzun, yolunda olduğun rehberin var. Adım adım izlediğin Sevgili Peygamberin (a.s.m.) var. Dostu güneş olan, gölgelerden korkmaz. Tevhide yürü, dilinde kutlu kelimelerle.
“Lâ ilahe illâ ente subhaneke innî küntü minez-zâlimîn.” Şayet bir aksilik zuhur eder, öfke damarın kabarır, kızarır bozarırsan, çok da üzülme, kederlenme. Sadece imtihandayız ve dünyadayız, bil o kadar. Rabbimizin inayeti ve gözetimi altındayız. Kimse kılına bile bir zarar veremez. O izin vermedikçe, O istemedikçe. Bunu hatırlaman için her şey. O'na koşman için… Perdelere takılma. Kusurlar perdelerde, Allah’ın yaratmasında bir kusur yok.
Bak iyiliğin güneşi içine vurmuş.
Şimdi daha güzelsin.
Araban mı bozuldu, elbisen mi yırtıldı, bir sevdiğinin, bir yakınının başına bir musibet mi geldi? Boğuyor mu seni samimiyetsizlik? Hasta mısın? Bir başına mısın? Kendini, kendine karşı zayıf mı buluyorsun? “Mülk O’nun” de. İstediği gibi tasarruf eder. Bana düşen pencerelerden ibretle seyretmek: ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ demek. Görevin bu senin. Rabbimizin harika icraatını ve her şeydeki faaliyetini ibretle bakıp seyretmek, Maşallah, Sübhanallah demek. Elinden geliyorsa yardım etmek, duâ etmek.
Güzelsin.
Şimdi daha da güzelsin. İyiliğin güzelliği içine vurmuş. Tövbe sana yakışıyor. Ümitli olmak insana çok yakışıyor. Yürüyüşün bile değişiyor. Ümit karın doyurmaz ama, ruhu pek âlâ doyuruyor. Hakikî açlık ruhta; midede olsaydı bir simit yetmez miydi?
Evler, eşyalar bataklığı, bir silkelense mutfaklar, buzdolapları, odalar. Kaç fakirin evi düzülecek. Kim bilir kaç fakirin gönlü sevinecek. Aldıklarımızı da giyebilsek, kullanabilsek bari.
Öyle samimî, öyle candan insanlar tanıdım. Aldıklarını, elindeki fazlalıkları niye yıllardır tutuyorum, veremiyorum diye ağladıklarını biliyorum. Artık fakirler kadar, veremeyen zenginlere de acıyorum. Rabbim vermenin sırrını kalplerinde yeşertsin İnşaallah. Vermek dediğin, annem gibi, yarım simitle de olmalı. “Al götür kardeşinle paylaş” dediği gibi, aza çoğa bakmadan içten olmalı.
Açık büfeden aldığı bir tepsi yemeği yemeyip bırakan biri söyleniyordu: “Gözümle aldım, bu israf ondan. Midemle alsaydım bir tabak yeterdi ama gözüm aldattı” diyordu. Göz açtır. Doymaz. Göz, nefsin oyuncağı olunca hele hiç doymaz. İster de ister, sadece ister. Yattığın odaya, yatağa bak. Oturduğun koltuğa, yediğin yemek kabına bak. Bütün ihtiyacın bu kadar. Fazlası ruha yük. Hakikî görevinden, Allah’a ibadetinden uzaklaştırır. Yoldan, baştan çıkarır insanı. Yola gelmek, kanaat ile, gönül zenginliği ile. Nasıl olsa elden çıkacak şeyler. Alanı tatmin etmeyen şeyler, verilen kimseyi mutlu eder mi sanıyorsun? Aldanıyorsun.
Bu asır, köleliğin, esirliğin hortladığı bir asır. Dört bir yandan saldırıya maruzsun, haberin olsun. Vitrinler, reklâmlar, çarşı, pazarlar hepsi, ihtiyacın olmayan şeyleri sana sunuyor. Çağırıyor gel de al diye. Sonra onları ödemek uğruna çabalamalar. Yetmeyen kazançlar. Sonra zorlanmalar ve haramlar. Oysa hayatın gerçeği bu değil. Mal istiyorsan, kanaat yeter. Zenginlik istiyorsan, bir nefes şükür yeter. O da yetmiyorsa düşün, ölümü düşünmek yeter. İki dünyayı ayıran bir ses değil, bir nefes. Kaç nefeslik ömrün var, onu düşün. Yokuşlarda tüketme o güzel ömrü, beyhude bitirme o güzel ömür sermayeni. Tövbeye yanaş, ibadete uğraş. İyiliğe çalış.
Bak şimdi daha güzelsin. İçine doğan iyiliğin güneşi yüzünde parlıyor. Karanlıklar seni bekliyor. Haydi, önce kendini nurlandır, doğruca güzel bir abdest almaya, doğduğun gün gibi o mübarek sularda yıkanmaya. Bak ne büyük bir müjde gizli abdestte:
“Sizden kim, abdest suyunu hazırlar, ağzına ve burnuna su çekerse, mutlaka yüzünden, ağzından, burnundan hataları dökülür. Sonra Allah’ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, yüzünün bittiği mahallin etrafından suyla birlikte yüzüyle işlediği günahlar dökülür. Sonra dirseklere kadar kollarını yıkayınca, ellerinin günahları su ile parmak uçlarından dökülür gider. Sonra başını mes edince, başının günahları saçının etrafından su ile birlikte akar gider. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkayınca, ayaklarının günahları parmak uçlarından su ile birlikte akar gider. Sonra kalkıp namaz kılar. Allah’a hamd ve senada bulunur. O’na lâyık şekilde tazimini gösterir ve kalbinden Allah’tan başkasının korku ve muhabbetini çıkarırsa, annesinden doğduğu gündeki gibi bütün günahlarından arınır.”
…
Ve şimdi iyiliğe, ümide doğru bir adım daha. Muhtaçlara vermeye, ille de para mı, eşya mı? Yok canım, gönül vermeye, gönül almaya. Asıl zenginlik bu. Emanetin içinde.
Cimriye dünya verilse, bir iğne vermez muhtaca. İşimiz yok. Geçelim bu gölgeyi. Güneş olup aydınlatmak için, gönlümüzdeki sevgiyi paylaşmak için, yürüyelim bir hasta kardeşimizin ziyaretine. Hem de ne şevkle, ne ümitle. Doktor da sensin onun için, şifa da. Bir dost çok şeydir unutma. Bir hatır, bir saraydır. Bir lokmadır hastaya, yalnıza. Gönül almaya bak çağında. Tembellik eder isen, bak desteğin olsun, ümidin şevkin olsun yine Sevgili Peygamberimizin şu mübarek ve müjdeli sözleri:
Resulûllah (a.s.m.) buyurdular ki: “Kim bir hastayı akşam vakti ziyaret ederse, onunla mutlaka yetmiş bin melek çıkar ve sabaha kadar onun için istiğfarda bulunur. Ona cennette bir bahçe hazırlanır. Kim de hastaya sabahleyin giderse, onunla birlikte yetmiş bin melek çıkar, akşam oluncaya kadar ona istiğfarda bulunur. Ona cennette bir bahçe hazırlanır.”
…
Besmele çekmeden yemek, bu nimet Allah’ın değil benim demek… Bu yanlışa düşmemek için gelin:
“Allah adın zikredelim evvelâ,
Vacip oldur cümle işte her kula,
Allah adın her kim ol evvel ana,
Her işi âsan ide Allah ona,
Allah adı olsa her işin önü,
Hergiz ebter olmaya ânın sonu.
Her nefeste Allah âdın de müdam,
Allah adıyla olur her iş tamam.
Bir kez Allah dese aşk ile lisan,
Dökülür cümle günah misli hazan.
İsm-i Pak’in pak olur zikreyleyen,
Her murada erişir Allah diyen.
Aşk ile gel şimdi Allah diyelim,
Derdile gözyaşıyla ah edelim.”
Süleyman Çelebi’nin ruhuna rahmet olsun. Sevgili Peygamberimize (a.s.m.) sonsuza kadar salâtü selâm olsun…
22.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|