Zaman zaman yaptığımız gibi, bu hafta da sizi bir okur mektubuyla başbaşa bırakıyoruz. Rize’den Abdullah Uzun yazıyor:
1980 yılında rahmetli babam ölünce kısa bir dönem bunalımlı günler geçirdim. O dönemlerde tutunacak bir sığınak ararken rahmetli Cavit Kayıkçı amcam bana kol kanat gerdi. Sol görüşlü biriydim. Okumasam dahi Cumhuriyet gazetesinin abone bedelini devamlı öderdim.
Bir gün çalıştığım kurumda bir ağabey bana “İşyerinde kullanılmak üzere bir adet battaniye alalım” dedi. Ben “Sümerbank mağazasından alalım’ dedim.
O da bana—şimdi rahmetli oldu—’Hayır, başka bir yer var, oradan alalım’ diyerek rahmetli Cavit dayının mağazasına götürdü. Kendisi ak sakallı, nuranî bir sima taşıyordu. Oturduk, biraz sohbet ettik. Dükkânı aynı zamanda isteyenlere kitap dağıtan bir hayır kurumu gibiydi. Ben oradan çıktım. Ama aklım Cavit dayıda kalmıştı.
Bir gün Cuma günü namaz çıkışında bana selâm verdi. Ben de selâmını aldım. Dükkâna gittik. Çay ısmarladı. Tadı bile başkaydı. Masanın üzerinde ilk kez Yeni Asya gazetesini gördüm. Cavit dayının samimiyetine binaen bir gün gazete bayiinden ben de Yeni Asya aldım. O dönemler sol üst köşede kitap tanıtımı vardı. Ben de istemek için kestim. Cebime koydum. Birkaç gün sonra Cavit dayının yanına gidip de o kitapları vitrinde görünce çok sevindim. Bedeli karşılığında istedim, vermedi. “Oku, getir” dedi, anlaştık ve aldım.
Kitapları okumaya başladım. İçimdeki kaybolmaya yüz tutan İslâm ve ibadet aşkı yeniden canlandı. Uzun hikâye bu... Kısa kısa geçeceğim.
Önce Hacı Cavit dayıya “Bir kitapçı dükkânı açalım” dedim. Ben önderlik ettim ve açtık. Derslere başladım. Yeni bir heyecan ile hizmete koyuldum.
Geçmişte yaşamış olduğum günlerimi mezara gömmek ve hizmetle yeniden dirilmek için çalışmaya başladım. ‘Solcu’ iken de dâvâ adamıydım ya. O dâvâ adamlığım burada da aynen devam etti. Çok kınandım, aşağılandım, ama asla vazgeçmedim. Çünkü samimiydim. Evde bile kınandım. Onlar da daha sonra benim iç duygularımı anladılar. Hepsi namaza başladı. Sabah namazlarını evde hep birlikte kılmaya başladık. Bunlar da uzun hikâye...
Dükkânı açtıktan sonra Risale-i Nur satışına ve gazeteyi elden dağıtmaya başladım. Bir yandan dersler, diğer yandan çalıştığım kurumdaki sorumluluğum ve diğer yandan da aldığım aylıkla satın aldığım kitapların bedelini ödemek...
Evden ilk zamanlar bayağı tepki aldım. Ama vazgeçmedim. En büyük yardımcım eşim oldu. Bir gün çok parasız kaldığımızda bileziklerini bozdurdu. Hizmette kullandık. Bana her konuda “Sabret, daha sonra Allah bunları yerine koydurur” dedi.
Mahkemeye düştük. İfademi aldılar. “Devlet memuru bunları yapamaz” dediler. Birşey olmadı. Bir vesileyle her sorun tek tek atlatıldı. Ben elden gazete dağıtmaya devam ettim. Uzun yıllar böyle gitti.
Ankara’ya gidip orada da çalıştım. Sabah erkenden kalkıp tren garına giderek elden gazete satıyordum. Bazen para alamıyor, cebimden veriyordum. Bir gün gazetelerimi, tartıştığım birisi yırttı. Elimde 25 gazeteden 2 tane kaldı. Gidip parasını ödemeden bir bankta oturdum. Yanıma gelen bir genç elimdeki gazeteyi istedi. Ben de yaşlı gözlerle “Al, bunlar da senin olsun” dedim. Bana “Hayrola, ne oldu?” diye sordu. Ben de olanları anlattım. Bana kendisinin memur olduğunu söyledi. Biraz para verdi ve “Al, kayıplarını bununla kapat” dedi.
Ben memlekete dönecektim. Cebimde harçlık da bitmişti. Fazla para verdiği için dedim ki: “Kalanı otobüs bileti için kullanabilir miyim?” “Tabiî” dedi ve dua etti.
Bir ara Yeni Asya, Yeni Nesil oldu. Bu dönemlerde olanlara girmek istemiyorum. Zaman en güzel cevabı verecektir. Bugün Yeni Asya gazetesini bir kitap gibi her sabah, emekli olduktan sonra çalıştığım işyerinde okurum. Okuduktan sonra da çay ocaklarına bırakırım.
Allah çalışanlarından, emeği geçenlerden razı olsun, rahmetli olanlara rahmet eylesin. Kalanlara hizmet aşkı ve şevkinin devamını nasip etsin. Amin.
17.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|