Bu sonu mutlulukla biten modern zaman öykülerinden biri. Bir özgürlük hikâyesi. Yaratıcının insanın fıtratına yerleştirdiği insanı insan yapan temel özelliklerden olan “hürriyet mücadelesi”ne ibretli bir örnek. Fedakârlık, dirayet, metanet ve samimiyetle ilmik ilmik yaşanarak örülmüş bir hürriyet âbidesi…
Siyahlar ve beyazlar
Yıllar önce Afrika’dan Amerika’ya köle olarak getirilip satılan siyahlar zamanla özgürlüklerini kazansalar da, hep ikinci sınıf insan oldular.
Yaklaşık 60 yıl önce lokanta, tiyatro, otel, kütüphane, hastane, hatta kiliselerde (kısaca bizlerin(!) yakînen bildiği tabirle “kamusal alanlar”da) siyahların beyazlardan ayrı durmasını hukuken öngören kanunlar hüküm sürmekteydi. Parklarda bile siyahların oturduğu banklar “siyahlar içindir” ifadesiyle ayrılmıştı.
Sözgelimi otobüse binmek isteyen bir siyah ön kapıdan binip şoföre parasını verdikten sonra, otobüsten iner arka kapıdan yeniden binerek kendilerine ayrılmış koltuklara otururdu. Tabiî otobüs hareket etmemişse! Zira çoğu şoför parayı aldıktan sonra, siyah yolcu arabadan iner inmez hareket ederdi! Siyahlar beyazlar için ayrılmış orta gruptaki koltuklara ancak beyazlar olmadığı zaman oturabilirlerdi. Bir beyaz kanunların kendisine verdiği yetkiyle “Kalk ben oturacağım!” deme hakkına her zaman sahipti.
Cesur yürekli terzi: Rosa Parks
Terzi Rosa bir akşamüstü yorgun argın işten çıkıp beklediği otobüs geldiğinde bütün siyahların yaptığı şekilde parasını önden şoföre verip, arkadan araca bindi. Arka sıralar dolu olduğundan orta gruptaki koltuklardan birine oturdu. Tıpkı kendisinden önce o sıralara oturmak zorunda kalan üç erkek siyah yolcu gibi. Bir süre sonra otobüse beyazlar bindiğinde bu dörtlüye kalkmalarını işaret ettiler. Siyah yolcular kalkarak yerlerini beyazlara verdiler. Biri dışında…
Rosa Parks “Kalk ben oturacağım” diyen beyazlara cevap vermeyerek yüzünü çevirdi ve yerinde oturmaya devam etti. Siyahlar da beyazlar da şok olmuşlardı bu tavırdan… Şoför hemen otobüsü durdurdu ve “Bu ne küstahlık! Kalk oradan!” diye bağırmaya başladı. Rosa yerinden kalkmamaya ve susmaya devam edince, şoför otobüsün kapılarını kapatarak inip polis çağırdı. Polisler de en az şoför ve yolcular kadar şaşkınlardı. “Neden kalkmıyorsun?” diye sorduklarında, Rosa “Kalkmam gerektiğini düşünmüyorum!” cevabını verdi. Elleri kelepçelendi, parmak izi alındı, para cezasına çarptırıldı. Hemen çıkabilmesi için kefaleti 100 dolar olarak belirlendi.
Bir rüyam var!
Alabama’daki bütün siyahlar karakol çevresine toplanarak aralarında 100 doları denkleştirip Rosa’yı serbest bıraktırdılar. Ve orada “boykot” kararı almaya karar verdiler: Otobüslere binmeyeceklerdi. El ilânları bastırdılar. Siyahların ayin yaptıkları bütün kiliselerde rahipler boykotun önemini anlattılar.
Beklenen oldu. Boykot günü hiçbir siyah otobüslere binmedi. Bütün gün yağmur yağmasına rağmen o gün herkes işine yürüyerek gitti.
Ardından boykotu genişletmek kararı aldılar. Renk ayrımcılığının devam etmesi durumunda hiçbir kamu hizmeti almayacaklardı. Siyahlar bu hareketin idaresini genç bir rahip olan Martin Luther King’e verdiler.
Böylece 1955’te 381 gün süren boykot hareketi başlamış oldu. Siyahlar boykot boyunca hiçbir zaman otobüs kullanmadılar. Sadece siyahlara hizmet veren taksiler otobüs ücretiyle insan taşıyarak direnişe destek verdiler. Otobüs şirketleri iflâsın eşiğine geldiler.
Ve sonunda siyahların ve beyazların otobüslerde ayrı ayrı oturmasını öngören “Jim Crow” kanunları kaldırıldı. O gece Martin Luther King’in evi ile birlikte zencilere ayrılmış bütün kiliseler yakıldı. Ama siyahlar Rosa Parks’ın başlattığı harekette verdikleri sözden dönmediler.
Martin Luther King’in Washington’da yaptığı “Bir rüyam var!” konuşması hiç unutulmadı.
İşte babası Kenyalı bir Müslüman, göbek adı Hüseyin, kendisi siyah bir Hristiyan olan yeni ABD Başkanı Barak Obama’nın zaferinin arkasında Rosa Parks ve Martin Luther’in öncülük ettiği hürriyet mücadelesi yatmakta.
Hamiş:
Kamusal alan tartışmalarıyla alevlendirilip AYM’nin son olarak aldığı gerekçeli kararla üniversitelerde halen devam eden başörtüsü problemini kökten çözeceklerin (Tıpkı Rosa Parks gibi) yine cesur kadınlar olacağı ümidini hiçbir zaman kaybetmedim. Tabiî bu antidemokratik tabloya göz yummayan cesur erkeklerin desteğiyle!
Başörtüsü ile ilgili bütün bu hukukî kararlar alınırken hükümetin ve cumhurun başında olanların çoğunun eşlerinin başının örtülü olması da kaderin garip bir cilvesi. O yüzden bu ibretli fotoğrafı (en azından başörtüsü konusunda) “Obama gibi geldiler, ama Bush’a benzediler” tarzında yorumlayanların isabet ettiklerini düşünüyorum… Siz ne dersiniz?
16.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|