Kimi zaman, “İman, inanç bir gönül meselesidir, inanan inanır, inanmayan inanmaz; aklî, mantıkî deliller getirerek ispata ihtiyaç yok!” gibi bir düşünce seslendirilir. Acaba durum iddiâ edildiği gibi midir? Yoksa, İslâmiyet mutlaka izah ve ispat istiyor mu? Geçmiş devirler için ihtiyaç olmayan ispat, günümüz için zaruret mi?
Eski devirlerde herkes itirazsız kabul eder, teslim olurdu. Çünkü, imân esasları mahfuzdu, korunurdu, teslim de kuvvetli idi. Teferruâttâ, âriflerin mârifetleri (bilginlerin bilgileri) delilsiz de olsa, beyânatları makbul idi.1 Ancak, günümüzde, imanlar sarsılmış. Herkes, “Neden, niçin, nasıl, kim, ne, ne zaman, nerede?” gibi soruları soruyor peşpeşe. Zira, şu zamanda fennî sapıtmışlık elini imân ve İslâm şartlarına uzatmış olduğundan, her derde lâyık devâ ve bürhanlara dayanmak gerekir. Bunun sebebi şudur:
Her mevsimde, rağbet edilen bir mal, bir nesne bulunur. Kışın yünlü, kalın; yazın ince, beyaz renkte elbiseler rağbet görür. Bugünkü âlem çarşısı, yâni sosyal hayatında da, “siyaset metâı, dünya hayatının temini, şaşaası, lüksü ve felsefe” gibi meseleler hükümranlığını sürdürüp akıl ve zihinleri meşgul edip, kimi zaman iğfal ediyor. Kafalar inkâr ve sekülarizmin vesvese ve şüpheleriyle karıştırılmış. Kalpler zedelenmiş. Akıl şaşırtılmış.
İmân esaslarının inkâr edilip, ateizmin hüküm sürdüğü, bid’aların çoğalıp her yere girdiği; dalâletin tahribatının şiddetlendiği 2 dehşetli bir zaman diliminde yaşıyoruz. Pozitivist-tabiatperest ve sair felsefî akımlar; doğrudan doğruya din, imân ve ibâdetlere saldırarak; maddenin ezelî olduğunu kabul etmekle (ve etmeye çabalamakla), Allah’ın yaratıcılığını, dolayısıyla ulûhiyet fikrini temelden reddetmekte 3 ve doğrudan doğruya imânın köklerine şiddetli ve toplu bir sûrette taarruz etmekte. Çok deliller ve parlak bürhanlar ile, îmânın ispatına ve tahkîkine ve muhâfazasına hizmet etmek gerekmektedir.
Her devrin mesaisine o devrin ihtiyaçları yön verir. Bugünün insanı da dünün metoduyla ve çalışma tekniğiyle değil, fakat malzemesini dünden alarak ve yaşadığı devrin ihtiyaçlarına göre çalışmalar yaparak mesaisini sürdürmek 4 zorunda. Bugünkü ilmî birikim, teknolojik seviye son derece mesafe katetmiş. Dolayısıyla kesin ilmî delillere, hüccetlere, bürhanlara dayanan atom bombası veya nükleer enerji kuvvetinde bir yorum gerekli. Aslında, şüpheleri ve hücumları def edip mukâbele eden, her asırda Kur’ân’ın pekçok kahramanları ve mânevî kaleleri vardı. Bugün, inkârcıların birikimlerini kitle iletişim vasıtalarıyla yol bularak yaygınlaştırması; müdâfîlerin yüzden iki üçe inmesi ispat ihtiyacını bir ikiden yüze çıkarmış 5 olduğundan son derece aklî ve ilmî ispata ihtiyaç vardır. Öte yandan, eğer dalâlet cehâletten gelse, izâlesi kolaydır. Fakat, dalâlet fenden ve ilimden gelse, izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan, ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar, hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. 6
Ayrıca insan, sadece kalpten ibâret değil. Başta akıl, vicdan olmak üzere, sâir duygu ve lâtifelerinin de doyması gerekmektedir. İşte Bediüzzaman, en muğlak/kapalı felsefî konuları berraklaştırır. “Kimiz, nereden geliyoruz, bizi kim gönderdi, niçin gönderdi, nereye gidiyoruz?” şeklindeki hayatî sorularımızı cevaplandırarak geleceğin endişelerinden halâs ederek moral gücümüzü yükseltir. Her taraftan beynimize üşüşen sayısız sorularımızı, ikna ve ispat metodunu kullanarak cevaplandırır. Bu, zihnen rahatlamamız, problemler karşısında yıkıcı depresyonlara düşmeden sağlam bir duruş sergilememiz demektir.
Dipnotlar: 1- Mektûbât, s. 351. 2- Sözler, s. 442. 3- Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelâm, Konya, 1998, s. 120. 4- Ali Yıldırım, Hadis II, İzmir, 1992, s. 116. 5- Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 95. 6- Mektûbât, s. 27.
17.11.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|