ızı İpek Artunç bile babası Mustafa Şekip Birgöl’ün son gazi olduğunu bilmiyormuş. Bu gerçek Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un titiz takibi sonucu anlaşılmış ve nisyana terk edilmekten son anda kurtulmuş. Son gazi olunca elbette ki değere bindi ve son gaziliğine yaraşır bir biçimde törenler yapıldı ve öteler âlemine tevdî edildi ve yolcu edildi. Ama bu işte bir tevafuklar zinciri de olmalı. Adam son gazi ve Hürriyet gazetesinin de ifade ettiği gibi son Mustafa. Ya da gazilerin son Mustafa’sı. Veya bazılarının sevdiği ifade biçimi ile Mustafa Kemal’in son eseri. İlginçlikler bununla da sınırlı değil. Bilindiği gibi cumhuriyet ilân ve tesis edileli 85 yıl oldu. Hemen akabinde de 10 Kasım’la birlikte Mustafa Kemal 70’inci vefat yıl dönümünde anıldı ve hemen hemen aynı gün de hem gazi hem de Mustafa olan Mustafa Şekip Birgöl vefat etti. Kızı İpek Artunç’un ifadesine göre babası ‘halkçı’ birisiymiş. Elbette tevafuklar zinciri bununla da sınırlı değil. En son Can Dündar’ın Mustafa filmi de Mustafa’ların vedalaşma töreni gibiydi. İngiliz basını film için ilginç bir benzetme kullandı: Atatürk’ü kaidesinden indiren film. Financial Times, Mustafa filminin Mustafa Kemal’i kaidesinden indirdiğini ileri sürdü. Bundan dolayı da Can Dündar’a tabu yıkıcı veya ikon kırıcı veya ikonaklast diyorlar. Hak ediyor mu veya bu vasfı kabul ediyor mu, etmiyor mu o ayrı bir bahis. Ama Mustafa, Mustafa Kemal ve Atatürk ayrımları geçmişte bu kadar keskin ve net konuşulmamıştı. Atatürk, Mustafa Kemal’in efsanevî yönünü, Mustafa ise yalın ve insancıl yönünü temsil ediyor. En azından Can Dündar’ın kastı bu. Lâkin eski tüfek Kemalistler, Mustafa portresine karşılar. Onları asla temsil etmediği gibi, tatmin de etmiyor. Burada Can Dündar inandırıcı olmakla vazifeşinaslık arasında bir tercih yapmış ve inandırıcı olmayı yeğlemiş hepsi bu. Sonra kendisi de her şeye rağmen ‘Kemalist’ olarak tanımlanabilecek bir yapıdan geliyor. Geçmişte de Ergenekon meselesini saptırmakla suçlanmıştı. Celal Kazdağlı ile birlikte yazdığı kitabında Ergenekon’u Çatlılar gibi sağ kesime mâl etmiş ve yıkmıştı.
***
Aslında Mustafa filmi bir tabuyu da tartışmaya açtı. Halbuki tabular tartışılmaz. Tartışılmaya başlandığında tabu, tabu olmaktan çıkar. Gerçekten de tartışmalar keskinleştiğinde veya yaygınlaştığında ister istemez bu yeni bir döneme işaret eder. Bununla birlikte, belki de halk ilk defa bu tartışmalar sayesinde bazı ötelenmiş veya perdelenmiş gerçeklerle yüz yüze geliyor. Bu gerçeklerin önündeki perdeyi açtığından dolayı Can Dündar boy hedefi hâline geldi. Can Dündar’ın üzerinden perdeyi kaldırdığı en önemli hususlardan birisi cumhuriyetin ideolojik yapısıdır. Aslında bu, dar dairede bilinen bir husustu. Her ne kadar Rahmi Turan gibilerin işaret ettiği tali kitaplarda farklı ve dindar bir Mustafa Kemal portresiyle karşılaşıyorsak da birinci elden kitaplar ve resmî tezler bizi farklı bir noktaya götürüyor. Zaten Osmanlı’nın son dönemi pozitivizmin egemen olduğu bir yapı idi. Ve bu yapı Cumhuriyet’i doğurdu. Nitekim Bediüzzaman’ın Şeyh Bahit’e ‘Osmanlı Avrupa’ya hamile ve onu va'z edecektir’ demesi bu şekilde tecelli etmiştir. Cumhuriyetin dünya görüşü pozitivist ve tabiatçı olmasına mukabil yöntemi de dayatmacı, üstten inmeci, militarist ve jakobendir. Baykal gibiler ‘başka türlü devrim nasıl olur ki?’ diyerek bu üstten inmeci veya dayatmacı yöntemi içlerine sindiriyor ve savunuyorlar.
Bu, Anayasa Mahkemesi ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler meyanında gündeme geldi. Kavga sistemin tepesine taşındı. Anayasa değişikliğinin ‘cesaret işi’ olduğunu söyleyen Başkan Kılıç ile ‘güler yüzlü Frankoculuk’ benzetmesi yapan Raportör Osman Can’a, Başkanvekili Paksüt’ten cevap geldi. Haşim Kılıç’ın sözcü gibi davranarak yetkisini aştığını söyleyen Paksüt, bu tartışmaların toplumu gereceğini ve Can’ın benzetmesinin çirkin hatta suç olduğunu iddia etti.
***
Bunun üzerine ‘elbette ki jakoben anlayışa veya düzene jakoben koruma’ diyerek yaşanan hâli tefsir eden ve yorumlayanlar da oldu. Gerçekten de sistem kendini olağanüstü tedbirlerle koruyor. Yine tartışılan ve ama değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen kimi devrimler Meclis kürsüsünden yapılan ‘İhtimâl ki bazı kafalar kesilecektir’ tehditleri eşliğinde gerçekleştirilmişti. Bu bana Irak valisi olduktan sonra camide muhaliflerini tehdit eden Yusuf Sakafi veya nam-ı diğer Haccac-ı Zalim’in camideki bir konuşmasını hatırlattı. Hasan Basri’nin kendisinden köşe bucak kaçtığı ve ellerinde Said İbni’l Cübeyr gibi tabiinlerin kanı bulunan Haccac-ı Zalim, Emevilerin muhaliflerini sindirmek için veciz ve hatta Arap belâgatının eşsiz örnekleri arasına giren konuşmasında şöyle diyecektir: “Reeytü ruusan kad aynaat hane vaktu kutufiha/Başları üzerinde nice olgunlaşmış kelleler görüyorum. Koparılma vakitleri gelmiştir…”
Tarih dönem dönem tekerrür etmiştir. Kanadalı gazeteci ve yazar Fred A. Reed’in ‘Parçalanmış İmgeler’ kitabında ifade ettiği gibi, Emevilere tam zıt bir ideolojik yapılanma ve konumlanma içinde bulunan Esad hanedanlığı aslında Şam’ın son Emevi hanedanlığıdır. Bu Batılılar arasında yaygın bir kanaattır. Dolayısıyla isim değişmekle müsemma değişmez. Bu bağlamda Beşşar Esad da Şam’ın son Cemal Paşa’sıdır. Emevilere düşman olmak sizi Emevileşmeye karşı dirençli kılmaz…
17.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|