Obama’nın Türkiye’ye yaklaşımı noktasına kafalar biraz karışık. Nazarî ve ideolojik duruş olarak Obama’nın Türkiye’ye pek sıcak olmadığı bir gerçek. Ancak bu bakış açısı realpolitik ile tadil edilebilir ve dengeye oturtulabilir. Obama’nın Türkiye’yi muhtemel olumsuz bakışı arkasında iki neden yatabilir. Bu nedenler, bir şekilde aslında ırkçı rejimin yıkılmasından sonra Güney Afrika cumhurbaşkanlığına getirilen Mandela’nın Tükiye’nin vermiş olduğu bir ödülü reddetmesi ve buna mukabil PKK’lı çevrelere sıcak davranması ve kucak açmasıyla mukayese edilebilir.
Mandela PKK gibi Fas’ın ayrılıkçı bölgesi Batı Sahra’nın bağımsızlığı için mücadele eden Polisaryo örgütüyle de sıcak temaslar kurmuştu. Ama arkasından Abdulkerim Hatip gibiler bu makus fotoğrafın yerli yerine oturmasına katkıda bulunmuş ve yardımcı olmuşlardır. Muhtemelen Obama’nın da benzeri refleksleri olacaktır. Ayrımcılığa ve dışlanmışlığa, ötekileştirmeye ve ezilmeye maruz kalan bir kitlenin temsilcisi olarak elbette ki Obama’da da bazı psikolojik tortular olacaktır. Jesse Jackson’ın da ifade ettiği gibi, bu psikolojik etki İsrail karşısında Filistinlilerle tabiî dayanışmaya neden olacaktır. Türkiye karşısında da Ermenilerle dayanışmayı beraberinde getirebilir. Kaldı ki Ermeniler, Yahudilerden ve Yunanlılardan sonra ABD’nin örgütlenmiş en etkili lobileri arasında yer alıyor. Bununla birlikte bu refleks bütünüyle yersiz veya haksız da değil. Nitekim, Carter da, Camp David’in mimarı olmasına rağmen Filistinlilerin Güney Afrika’daki Apathaid/ırkçı rejimden daha ayrımcı bir muameleye maruz kaldığını ifade etmiştir.
Obama’nın kadrosu da Ermeni tezlerine teşnedir ve bundan dolayı Obama’nın bir 24 Nisan tarihinde Ermeni tezlerini benimseyebileceği söylenmektedir. Geçmişte bu tezler Senato ve Kongre duvarlarını aşsa da başkanların vetosuyla karşılaşmıştı. Bu defa belki Obama bu geleneği bozabilir. Ama bu dünyanın sonu olmaz. Lâkin Ahmet Davudoğlu’nun hatırlattığı gibi ABD veya yabancı güçler açılım içinde olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerine gölge etmemeli ve hele hele soykırım tezlerine siyasî destek vererek kapanması gereken yaraya yeniden tuz sürmemelidir. Bu konuda Obama’nın acemi ve toy olduğu bir gerçek. Ayrıca Samantha Pawer gibi danışmanları da Ermeni tezlerine yakın duruyor.
***
Obama’nın şuuraltında ABD’de Kızılderili ve siyahların çektiğini Avustralya’da Aborjinler ve Filistin’de Filistinliler ve Anadolu’da da Ermeniler çekmişlerdir. Bu algıyı pekiştirenlerden birisi de Pawer gibi danışmanlardır. Bunun yanında Başkan Yardımcısı Biden de geçmişte Türkiye-ABD ilişkilerine gölge düşürmüş bir isimdir. Kıbrıs konusunda ısrarla Türkiye’nin işgalci olduğunu savunmuş ve bu uğurda Ecevit’i bile paylamıştır. Onun ötesinde Yunan ordusuyla istisnaî ilişkileri bulunan bir siyasetçidir. Kendisi deneyimli olmasına rağmen akil bir siyasetçi sayılamaz. Kendisini yakından tanıyanlar da bu özelliğine tanıklık ediyorlar. Dolayısıyla Biden’in yardımcılığında yürütülen Amerikan hariciyesi Türkiye ilişkilerinde krizlere adaydır. Bir diğer endişeli husus da Irak’tan çekilme bağlamındadır. Geçmişte Biden bu ülkenin üç bölgeye veya federal yapıya bölünmesini savunmuştur. Irak’a da Bosna veya benzeri modellerin uygulanmasını teklif etmektedir. Bu durumda Türkiye, Irak’ın parçalanmasından dolayı domino etkisiyle karşı karşıya kalabilir. Türkiye, bu açıdan Biden’in tekliflerini nefesini tutarak izliyordu. Bununla birlikte tablo bundan ibaret veya tek yanlı değil.
***
Türkiye bölgede düzenleyici bir ülke. Dengeleyici, ayarlayıcı, yumuşatıcı bir etkiye sahip. Obama yönetimi de Türkiye’nin bu özelliğini er geç fark edecektir. Fark etmemesi de mümkün değildir. Türkiye bölgesinde yatıştırıcı bir rol oynamaktadır ve Obama’nın politikaları da bu doğrultuda olacaktır. Gürcistan-Rusya, Suriye-İsrail arasında arabuluculuk benzeri girişimlerde bulundu. Bu özelliği Amerikalı duayen siyasetçiler nezdinde de takdir toplamaktadır. Ve övgüye mazhar olmuştur. Madline Albrigth ve Richard Armitage gibi eski hariciye mensupları Türkiye’nin bölgesel krizleri çözmede büyük bir aktör olduğunu teslim etmişler ve bu bağlamda Türkiye’ye ihtiyaç duyulduğunu belirtmişler ve önemine işaret etmişlerdir (Türkiye ve’l idaretü’l Amerikiyye el cedide, Muhammed Nureddin, Haliç gazetesi 4/11/2008).
Araplar ilk günden itibaren, Obama’yı analiz etmeye başladılar. Bu bağlamda el Cezire Obama ve Arap Dünyası adlı bir kitabı yayın hayatına soktu. Milliyet ve CNN Türk’ün Washington temsilcisi Ahu Özyurt’un yazdığı “Obama: Bir Kusursuz Fırtına kitabı da Türkiye’de bir boşluğu oldurmaya namzet çalışmalardan birisi. Mutlaka Obama gibi yeni siyasî figürleri çevresiyle birlikte gözlem altına almalı ve analiz etmeliyiz. Elbette son sıralarda bunu yapan düşünce kulüpleri var. Ama yetersiz ve bunların daha da artması gerekir.
Obama iktidarından neo-conların Türkiye’deki temsilcileri veya uzantıları da rahatsız. İlhan Selçuk gibilerin önem atfettikleri Akşam yazarı Oray Eğin, Obama - Türkiye bağlamını şu iki başlıkla ele alıyor: Ilımlı İslâm’a geri sayım. Oray Eğin de Engin Ardıç gibi Obama’nın içeriğinin/muhtevasının McCain’den farklı olmadığını ileri sürüyor. Şöyle diyor: Hem siyah, hem beyaz, hem Müslüman, hem Hıristiyan: Tam da ihtiyaç duyulan böylesi bir karışım tesadüf olabilir mi? Engin Ardıç ise şunları söylüyor: Hamam aynı hamam, tas aynı tas değişen sadece tellâk. Ama bu analiz tarzı meselenin basitleştirilmesidir. Mesele çok daha karmaşık.
09.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|