“Zeval-i elem, lezzet olduğu gibi,
zeval-i lezzet dahi elemdir.”
Bediüzzaman
irkaç gün önce Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök yazısında şöyle bir cümleye yer verdi:
“İnsan yaşadığı sürece ölüm yoktur. Öldüğü zaman ise zaten hayat yoktur.”
Özkök, bu cümlenin ölüm korkusuna karşı kendisini teselli ettiğini söylüyordu. Peki bu cümleyle teselli olan kaç kişi vardır acaba?
Açık söylemeliyim ki, bu cümle beni hiç teselli etmedi.
“İnsan yaşadığı sürece ölüm yoktur. Öldüğü zaman ise zaten hayat yoktur” cümlesi, başka bir soruyu taşıdı çünkü dünyama:
“Hayatı sona erdiren bir ölüm düşüncesi var olduğu sürece insan yaşıyor mudur ki?”
Yani ölümü her şeyin bitişi olarak algılayan bir hayat ne kadar hayattır. Son bulmaya mahkûm bir hayat, hemen son bulmalı değil mi? Aldığım bütün bu zevkler bir gün bitecekse, hemen bitsin daha iyi, değil mi?
Hani Tolstoy “Ejderhayı ve tutunduğum dalı kemiren fareleri gördüğümde ise, artık hiçbir baldan tat alamaz oluyordum” diyordu ya. Onun gibi birşey bu.
Aslı Suhuf-u İbrahim’de yer alan bu temsili Bediüzzaman çok güzel tâbir eder:
Ejderha ölümdür, kabirdir... Ömür dalını kemiren siyah ve beyaz iki fare ise, gece ve gündüz...
Bal ise dünya lezzetleri...
Söyleyin bana, takvimden kopardığım her yaprak, gözlerimin önünden kayıp giden sevdiklerim, minareden işittiğim salâ, yolda giderken rastladığım mezarlık, her gün gazete sayfalarında gördüğüm ölüm haberleri, taziyeler vs... hepsi bana ölümü hatırlatırken, ben nasıl sağlıklı bir psikolojiye sahip olabilirim ki?
Heyhat! Kendimi kandırarak mı?
Yani ölümün bir son olduğu düşüncesinden kaçarak mı? “Öldüğüm zaman ise zaten hayat yoktur” diyerek mi?
Zaten hayat yoksa ben niye yaşıyorum ki?
Aldığım bu lezzetler niye?
“Ölüm düşüncesi ölümün kendisinden daha ıztıraplıdır” der Schopenhauer. Bitmeye mahkûm bir lezzet, şimdi bitsin daha iyi. Çünkü bana lezzet değil, acı veriyor bu düşünce... Hem de her an... Dayanamıyorum bu hâle...
Yok yok... Beni hiç teselli etmiyor bu cümle... Gerçeklerden kaçmak bu...
Deve kuşu misâli bir aldanış... Güya avcı beni görmesin diye kafayı kuma gömmek... Ben görmeyince, o da görmez! Ben düşünmeyince, o da düşünmez!.. Koca gövde dışarıda halbuki... Ben gerçekleri görmek istemesem de, o beni görüyor ve beni yakalayacak bir gün kesin...
“Yaşadığım sürece ölüm yoktur” diyemiyorum maalesef. Çünkü yaşadığım sürece o benle ve her yerde. Kimi zaman yanıbaşımda, annemle ve babamla, veya bir sevdiğimle...
Ondan kaçış yok...
Ve o bir sonsa, bu son şimdi olmalı... Özkök’ü teselli eden cümle, benim hayatımı devam ettirmeme, mantıklı ve kendimle barışık bir hayat sürmeme yetmiyor anlayacağınız.
Mertçe de gelmiyor bana... Çünkü gelmesi kesin bir gerçekten kaçıyorum. Ölümün yüzüne merdâne bakamıyorum...
Özkök, Allah’a inandığını söylüyor; ama Ahiret fikrine pek yanaşmıyor gibi... Pek düşünmek istemiyor ölüm sonrasını... En azından, kendini teselli ettiğini söylediği cümleden böyle anlaşılıyor. Bilmiyorum bu hayatı nasıl sürdürüyor?
Tolstoy tercüman oluyor yine duygularıma; ölümü bir son gibi düşündüğümde “Hayatım, birisinin bana yaptığı aptalca ve sinir bozucu bir şaka” demekten kendimi alamıyorum. Tıpkı Bediüzzaman’ın, ahiret olmazsa “şu kâinatta gördüğümüz icraat-ı hakîmâne (hikmetli icraatlar) ve ef’âl-i kerîmâne (ikram fiilleri) ve ihsanât-ı rahîmânenin (şefkatli ihsanlar) sahibini—hâşâ, sümme hâşâ—sefih bir oyuncu, gaddar bir zâlim olduğunu kabul etmek lâzım gelir” demesinde olduğu gibi.
Öyle ya, birisi seni yaratıp bu dünyaya göndersin, ama desin: “Bak çeşit çeşit zevk ve lezzetler var bu dünyada, hepsini senin için yarattım, tadabilirsin, ama çok değil az bir süre sonra seni (bilmediğin bir vakitte, hem de âniden) çekip alacağım o lezzetlerin içinden, yani her şey bitecek, yok olacaksın.”
Aman Allah’ım, ne kadar azap verici bir düşüncedir bu, ne işkenceli bir hâldir...
Evet, ya Allah inancıyla birlikte Âhiret de olmalı, ya da hiçbir şey olmamalı...
Hayatın anlamı, ölümün yeni bir hayatın kapısı olmasında saklı...
Bediüzzaman ne kadar da güzel söylemiş:
“Mâdem dünya var... Elbette, dünyanın vücudu gibi kat'î olarak âhiret de var.”
.....
Peki bu bir aldanış mı? Kendini aldatmak mı? Ya da Özkök’ün deyimiyle ‘dinin bize anlattığı öteki hikâyeler’ mi?
Hayır, bu hayatı anlamlı kılan tek şey... En mantıklı gelen hâli... Ve ben buna inanıyorum.. Hem de bütün zerrâtımla. Hamdolsun Allahıma. Verdiği iman nimetine...
Bu inancımı sürdürdükçe de rahatlıyorum. Ölümden korkmayan, kendimle ve ölümle barışık bir hayat...
İnsanlığımı hissettiğim, tattığım bir hayat tarzı...
19.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|