Başbakan Erdoğan’ın Washington’un sonbaharında Beyaz Saray’ın arka bahçesindeki ormanlık alanda korumaların arasında evsiz bir zencinin karşısındaki banka oturup sincaplara el çırpan görüntülerle akıllarda kalan son Amerika ziyareti, arkasında bir yığın istifham bıraktı.
Bunların en önemlisi, “stratejik ortağı” Bush tarafından son kez hararetle karşılanıp masada baş köşede ağırlandığı G-20 zirvesinde hangi ciddî kararların alındığıydı.
Doğrusu söz konusu toplantıda yoksulların dışlandığını ve Irak’ı işgalle alevlendirdiği küresel zulüm ve hegemonya savaşıyla krizin tetiklenmesine ve tırmanmasına neden olan neo-con şürekâsının çözeceği bir şey olmayacağı bütün dünyaca bilinmekte. Buna rağmen Ankara hâlâ okyanuslar ötesinden medet ummakta…
Hayret vericidir; “Dünyada güç dengeleri değişiyor mu?” sorusunun gündeme geldiği zirvede ciddî bir “birlik” sergileyen AB ülkeleri ve yeni sistemde büyük pay alacağı belirtilen Çin, kriz konusunda ABD’yi sorumlu tutup suçluyor. Buna karşılık, Amerika’dan çıkan küresel krizin tsunamisine tutulan Ankara, krizin mucidi Washington’un gözünün içine bakıyor…
Gerçekten Erdoğan her ne kadar “Bizi teğet geçer” dese de Çalışma Bakanı Çelik’in “işsizliğin artması” ve fiyatların yükselmesiyle “pahalılığın” yeni yeni piyasaya yansıyacağını söylediği ekonomik krize karşı zirvede hangi tedbirler alındı?
Türkiye’de günden güne daha da derinleşen ve yüzlerce işyerinin, fabrikanın kapanmasıyla milyonlarca işsize yeni yüz binleri katan carî açık, fahiş faiz, durgunluk ve çöküntüye hangi çareler belirlendi? Türkiye ne yapacak; bilinmiyor…
POPÜLİST POLİTİKALARDAKİ
BİLİNMEZLİKLER…
Tablo bu: Gayr-ı resmî rakamlar bir yana, resmî rakamlarla yüzde 9.8’e ulaşan işsizlik son altı yılın en yüksek rakamına ulaşmış. Batık işyeri ve fabrikaların ortaya çıkardığı işsizlik faturası henüz buna yansımadığı halde…
Girdiği her ülkeye kargaşa ve kaos ihraç eden, krizleri daha da azdırıp iç karışıklık ve çatışma çıkaran IMF ile yeni stand by anlaşmasının hangi derde deva olacağı da bilinmiyor.
Başbakanın bizzat şikâyet ettiği IMF’nin bir defa daha “ümüğümüzü sıkıp sıkmayacağı” da belirsiz. Sosyal çözülmeyi getiren ve toplumu bunalıma sevk eden işsizliğe hangi tedbirlerin önerildiği netleşmemiş. Başbakanın bu konuda hangi “tavsiye” ve “desteği” aldığı ve alacağı da anlaşılmamış…
Bilinmeyenler sadece G-20 zirvesi ve IMF ile ilişkiler değil; Washington’da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyla görüşmeyip “adamları”yla geçiştiren yeni Amerikan Başkanının haftalar sonra ancak Gürcistan ve Filipinler’in ardından Türkiye’de Cumhurbaşkanını muhatap alıp “geciken ilk teması”nın arkasındaki “anlam” da bilinmezlerden.
Özetle yeni dönemde Ankara-Washington ilişkileri üzerindeki kalın sis perdesi duruyor. Bush’un Başbakan’la buluşmasına mukabil Gül’ün kutlamasına Obama’nın “terörle mücadele telefonu”yla verdiği cevabın “politik mesajı” merak ediliyor. Obama belki Erdoğan’ı da arayabilir; ancak Washington’daki Erdoğan’ı atlayıp evvelemirde Gül’ü aramasının ve Gül’ün “görüşlerimiz paralel” demesinin arka plânındaki muamma sürüyor.
Bu “muamma”nın Gül-Erdoğan ikileminde iktidar partisi için “Bushlaşma” tanımına Başbakan’ın “bildik üslûbu”yla sert tepki gösterdiği sırada olması, dikkat çekici.
“TÜRKİYE ABD İLE
MÜTTEFİK DEĞİL…”
Gerçek şu ki her fırsatta AB’ye medyan okuyup veryansın eden Başbakan’ın dış politikada hâlâ ABD’ye odaklanması, doğrusu Amerikalıları dahi şaşırtıyor.
Amerikan yönetimlerine Türkiye, Ortadoğu ve İslâm dünyası üzerinde çalışan CIA uzmanı Graham Fuller’in, ABD’nin tek süper güç olarak hegemonyacı davrandığı bir ortamda, Türkiye’nin diğer coğrafî kimlikleri arasında “Ortadoğulu kimliği” ve “Müslüman kimliği”yle “İslâmî dayanışma”nın öne çıktığını söylemesi, bunun ifâdesi…
Bu açıdan CIA’nın Türkiye eski istasyon şefi Graham Fuller’in ikrarıyla, Türkiye’nin başta işgal ettiği Irak ve Kuzey olmak üzere bölge politikalarında ve komşularıyla ilişkilerde ABD ile hiçbir ortak çıkar ve paydasının kalmadığı, artık “stratejik müttefik” olmadığı açığa çıkmakta. Dahası, Türkiye ile ABD’nin temel çıkarlarının çatıştığı bir noktada, bu perde arkası olayların nezdinde daha bâriz bir biçimde okunmakta…
Kısacası, popülist ve pragmatist politikalarla harcayan Amerika’nın emperyal çıkarları uğruna kullandığı “ortaklarını” ve “dostlarını” çok çabuk harcadığı gerçeğine bir yenisi eklenmekte.
Irak’taki işgale Ankara’nın “stratejik müttefik” olarak verdiği onca desteğe rağmen Graham Fuller’in, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle işbirliğini ve halkın İslâm âlemine yakınlığını ABD ile “stratejik ortaklığa” aykırı görmesi her şeyi açığa çıkarmakta. Açık açık “Türkiye fiilen ABD müttefiki değildir; Amerika ile Türkiye’nin bölgesel ve küresel çıkarları birbiriyle çelişiyor” tespiti, gerçeğin ilânı olmakta…
Ne var ki Başbakan, hâlâ Türkiye’ye yönelik terörü himâye edip tahrik eden, kontrolündeki Irak’ta terörist elebaşlarından bir tekini dahi teslim etmeyen Washington’la Türkiye’nin iç ve bölgesel sorunlarına “çözüm” aramakta!
Hem de 5 Kasım 2007’de baş başa görüşmesinde verilen sözlerin hiçbirini yerine getirmeyen, Amerikan halkının dahi reddettiği gidici Bush’un nezdinde…
Şimdiye kadar ne yararı oldu ki bundan sonra yararı olsun…
20.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|