Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporundaki gariplikler, Ankara’nın yeterince AB’ye çalışmadığı ve doğru bilgilendirmediğini ortaya koyuyor.
Bu çarpık ve sağlıksız “diyalog”, AB ile sıkıntılara sebebiyet vermenin yanı sıra, içte ve dışta “AB karşıtları”nın eline kozlar veriyor.
Şu hale bakın; bir yandan Türkiye’nin AB müktesebatının üstlenmesine ilişkin Ulusal Programda atıfta bulunulan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 1. Protokol 2. maddesinde, “hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, ebeveynlerin çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesi isteme haklarına saygı gösterir” denilecek…
Din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan Anayasanın 24. maddesi, din eğitimi ve öğretimini devlete yükleyecek. “Devletin denetimi ve gözetimi altında yapılması” şart koşulan din eğitimi ve öğretiminin okul dışında, devletin din eğitimi ve öğretimini, “kişilerin kendi isteği ve büyüklerin kanunî temsilcilerinin talebine bağlı olarak vermesini” hükme bağlayacak.
Diğer yandan, yüzde doksandokuzu Müslüman olan ülkede, çocukların dinlerini tanımaları, inançlarını bilmeleri, dinlerinin tarihi ve kültürü hakkında genel kültüre sahip olmaları, çok görülecek! Zaten kifâyetsiz olan ve ilköğretim dördüncü sınıftan itibaren haftada bir-iki saatle geçiştirilen “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri” dahi kaldırılmak istenecek!
İNANÇ VE EĞİTİM
HAKKI ÇARPITMASI…
Daha garibi, AİHS’te ve Anayasada güvence altına alınan, vatandaşların dinlerini öğrenmeleri, devletin uhdesine aldığı din eğitimi ve öğretimi almaları, dinlerinin gereğini yaşamaları, dinî özgürlükler, bir tek çarpıtılan ve İslâm dışında ayrı bir “din” gibi gösterilen “Alevilik öğretisi”ne inhisar edilecek…
Devletin “din işleri”nde yetkili Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarında ve camilerde hâlâ demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını kelepçeleyen 28 Şubat “postmodern darbe”den kalma dayatmalarla bin sene Kur’âna hizmet etmiş bu milletin çocuklarının Kur’ân-ı Kerimi okuyup öğrenmelerine “YAŞ yasağı”yla sınırlamalar getirilecek. Her yıl yüzbinlerce öğrencinin dinlerinin temel kitabını okumaları “resmen” engellenecek…
AİHS’nin 17. maddesinde, devlete, hiçbir surette topluluğa veya vatandaşlara sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya geniş ölçüde sınırlandırmasına yönelik hakkını vermeyeceğini hükme bağlamasına rağmen…
Yine şu çarpıklığa bakın: Bir taraftan AİHS’nin “eğitim hakkının engellenemeyeceği” hükmüne ilâveten, 9. maddesinde insan haklarının ve temel özgürlüklerin başında, “herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olduğu” belirtilecek. Bu hakkını “açık veya özel bir biçimde ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama hürriyetini ihtiva ettiğini” esasa bağlayacak.
Vatandaşların dinlerinin gereğini yaşama ve inancını uygulama özgürlüğünün ancak “kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın veya ahlâkın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olan tedbirlerle ve kanunla sınırlanabileceği” kaydını koyacak…
Buna mukabil, Kur’ân’ın açık emriyle ve Peygamberimizin hadisleriyle “dinî bir vecîbe” olduğu devletin yetkili anayasal kurumu olan Diyanet’in fetva ve kararlarıyla sabit olan başörtüsüne getirilen kanunsuz yasak, Ankara’nın isteğiyle, bizzat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce onaylanacak!
İnanç ve ifâde özgürlüğünün teminatı olan AİHM, AKP hükûmetinin Strasbourg’a gönderdiği, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında hakkında hiçbir madde bulunmayan kadınların kılık ve kıyafetine karışılmasını “uygun” görecek! Dinin gereği olan tesettürün bir parçası olan başörtüsünü, “siyasî simge”, “gerginlik sebebi” ve “laikliğe aykırı” olarak bildiren Gül’ün başında olduğu dönemin Dışişleri’nin “görüşü”ne dayanarak yasadışı yasağı “normal” bulacak!..
DEMOKRATİK
İRÂDEYE SAHİP İRÂDE…
Görünen o ki, laisizmin merkezi Selânikli Sarkozy’in Fransa’sının yalnız devlete ait üniversite öncesi okullardaki yasağın dışında, hiçbir Avrupa ülkesinde yasaklanmayan başörtüsünün Türkiye’de yasaklanmasının arka plânında bu çarpıklık var…
Sormak lâzım; insan haklarının başına gelen inanç özgürlüğünün bir gereği olan başörtüsü, ne zaman ve nerede “kamu güvenliğini” bozdu, “genel sağlığı ve ahlâkı” tehlikeye soktu? Hangi yönüyle “başkalarının hak ve özgürlüklerini” sınırladı?
Anlaşılan o ki AKP hükûmeti, AB’ye ve AİHM’e bunları anlatmıyor. Anlatmak bir yana, “Leyla Şahin dâvâsı”nda olduğu gibi, içteki “yasakçılar”ın telkiniyle “dinî özgürlükleri” çarpıtıyor; AB’yi de, AİHM’i de şaşırtıyor. İçte sürdürdüğü “dışta yasadışı yasak” çarpıtmasını dışta da sürdürüyor.
Bundandır ki çelişkili çarpıklıklar yaşanıyor: Dışişleri Bakanı Babacan, bir yandan Türkiye’de asıl çoğunluk olan Müslümanların dinî özgürlükler sorununun bulunduğunu kabul ediyor. “Sadece yasaları değiştirmekle reform yapamayız, mutlaka anayasal değişiklikler lâzım” diyor. Diğer yandan, siyasî iktidar, bu konuda kılını kıpırdamıyor. Yeni anayasayı askıya alıyor; demokratikleşme ve özgürlüklerde geri adım atmaya yöneliyor…
AKP hükûmeti, AB İlerleme Raporunda bildirilen başta, anayasanın antidemokratik ayrıklardan arınması, siyasetin demokratikleşmesi, inanç özgürlüğü, yargı reformu, düşünceyi ifâde hürriyeti olmak üzere, Türkiye’nin önünü açacak çabalar göstermiyor…
Türkiye’nin millet irâdesinin hakkını veren, demokratik yetkisini cesâretle kullanan, şaşırtamayan ve çarpıtmayan bir demokratik idâreye ihtiyacı var…
08.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|