Gücün kaynağı
Ne diyor Amerika? “Bizim gücümüz, silahların gücünden kaynaklanmaz, biz gücümüzü demokrasiden alırız.”
Peki, biz ne diyoruz?
“Bizim gücümüz, demokrasinin gücünden kaynaklanmaz, biz gücümüzü silahlardan alırız.”
Dünyanın en büyük ordusuna ve en gelişmiş silah teknolojisine sahip olan Amerika gücünü “silahtan” değil demokrasiden alıyor.
Biz gücümüzü demokrasiden değil silahtan alıyoruz.
Herhalde iki ülke ve iki yönetim biçimi arasındaki fark ancak bu kadar açık ve net ortaya çıkardı.
Barack Obama’nın başkan seçildikten sonra yaptığı konuşma, Amerika’nın nasıl bir politika izlemeye hazırlandığını bu çarpıcı cümleyle gösteriyordu.
Türkiye’nin nasıl bir politika izleyeceğini ise Başbakan Erdoğan’ın son zamanlarda yaptığı konuşmalar ortaya koyuyor.
Amerika’nın kendisi için bir güç kaynağı olarak gördüğü “demokrasi”, bize 85 yıldır bir “güçsüzlük” kaynağı gibi gözüküyor.
“Demokrasiye geçersek bölünürüz, batarız, komünistler gelir, şeriat gelir, bölücülük gelir” nakaratının cevabını Amerika veriyor.
“Bizim şartlarımız çok özel” diyenler Amerika’ya bir baksınlar.
Dört kadınla evlenen Mormonlar orada.
Hiçbir yeni teknolojiyi kullanmayan, elektriği, otomobili reddeden, hâlâ atlı arabalarla dolaşan Amişler orada.
Müslüman siyahlar orada.
Akın akın gelen ve çeteleşen Hispanikler orada.
Mafyanın her türü orada.
El Kaide’nin vurduğu İkiz Kulelerin enkazı orada.
Özellikle El Kaide’ye karşı çözümü “silahta” arayan ve “demokrasiyi” kenarından köşesinden budamaya uğraşan Bush’tan sonra Amerikalılar kimi seçiyor?
“Biz gücümüzü silahtan değil demokrasiden alırız” diyen bir lideri.
Biz ise Fehmi Koru’nun çok vurucu bir biçimde ifade ettiği gibi “Obama gibi başlayan ama gittikçe Bush’a benzeyen” bir başbakan tarafından yönetiliyoruz.
Amerika, “Bush’tan ve silahtan, Obama’ya ve demokrasiye” doğru yol alırken, Türkiye ve Erdoğan tam tersine bir yolculuğa çıkıyor.
Erdoğan için acıklı bir yolculuk bu.
Onu sevmiş ve inanmış insanlar için de iç acıtıcı bir hayal kırıklığı.
Türkiye’nin “Kürt sorununu” nasıl çözmeye çalıştığına bakmak bile yeter durumu anlamaya.
Obama gibi bir lider nasıl çözecekti bu sorunu?
Gücünü aldığı kaynağı yani demokrasiyi devreye sokarak.
Bush ya da “yeni Erdoğan” nasıl çözmeyi düşünür bu meseleyi?
Silahla.
Peki, bugüne dek bu mesele silahla çözüme ulaşabildi mi?
Binlerce ölüye rağmen hayır.
Bugüne dek bu sorunu “demokrasiyle” çözmeye çalışan çıktı mı?
Hayır.
Neden?
Sanırım bunun iki nedeni var.
Birincisi, sekiz yılda Bush’tan ve onun “silahlı” politikalarından bıkan bir toplum burada yok.
İkincisi, öyle bir toplum olmadığı için Obama çapında bir lider de yok.
Biz henüz “bu silahı ortadan kaldıralım” diye bağırmı-yoruz.
“Bu meseleyi silahsız çözeceğim” diyen bir lider aramı-yoruz.
Öyle bir lider de ortaya çıkmıyor.
Erdoğan gibi “Avrupa Birliği’ne üye olacağım, sivil anayasa getireceğim, özgürleştireceğim ülkeyi” diyerek yola çıkan biri bir süre sonra “şahinleşiyor” ve “gücünü” silahtan almaya çalışıyor.
Amerika’nın sorununu çözmeye yetmeyen silah, Türkiye’nin sorununu çözmeye hiç yetmez.
Bunu herkesin anlaması gerekiyor.
Türklerin de, Kürtlerin de, her iki gruptan politikacıların da, generallerin de, PKK’lıların da...
Çözümü silahta gören herkes kaybedecek, göreceksiniz.
Ne Kürt meselesini...
Ne laiklik meselesini...
Ne yoksulluğu...
Ne işsizliği...
Ne yolsuzluğu...
Silahla çözemezsiniz.
O ünlü sözde dendiği gibi, “kılıçla her şeyi yapabilirsiniz ama üstüne oturamazsınız”.
Çözüm ise üstüne oturabileceğiniz bir zemin yaratmaktır.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere Türkiye’nin “silaha tapınan” bütün güçleri dünyaya ve Amerika’ya biraz dikkatli bakmalılar bence.
“Biz gücümüzü demokrasiden alırız” diyen siyahî bir lider Amerika’nın başına geçiyorsa, bu, sadece Amerika’da değil bütün dünyada dengeler değişiyor demektir.
“Yapabiliriz, değişebiliriz” diye haykıran bir Amerika ve “biz gücümüzü demokrasiden alırız” diyen bir Obama ile hem dünya hem de Amerika, geçmiş yıllardan daha farklı olacaktır.
Unutmayın ki, Obama geldiği için Amerika ve dünya değişmeyecek.
Amerika ve dünya değiştiği için Obama gibi bir lider iktidara geliyor.
Dünya silahtan uzaklaşmaya hazırlanıyor.
Bizim başbakan ise silaha daha sıkı yapışıyor.
Ne acıklı bir hikâye.
Ama hangi hikâyemiz acıklı değil ki?
Taraf, 7 Kasım 2008
|