Aslında geçen hafta yazacaktım, ama her yerde ve herkesin dilinde bir “Mustafa”dır gidince “dur bakalım” dedim kendime “hele ortalık biraz sükûnete kavuşsun önce”.
Gerçi sükûnet biraz zor sağlanacak gibi görünüyor. Baksanıza filmin yapımcısı için suç duyurusunda bile bulunmuşlar. Gel de gülme. Geçenlerde bir yakınım anlattı da inanamadım. Bir okulun müdürü vardı, benim de tanıdığım. Atatürkçülüğü ile maruf. Derse girdiğinde duvarda kırık dökük Mustafa Kemal portresini görünce öfkelenmiş ve “çabuk indirin o resmi” diye kızmış. Sonra ne mi olmuş? “Manevî şahsiyete hakaretten” gözaltına almışlar. Neyse, biz müzik yazacaktık nerelere gitti konu.
Takvim yaprakları 1 Kasım 1934’ü gösterdiğinde Mustafa Kemal Meclis kürsüsünden şöyle hitap etmektedir. “Dinletilmeye ‘ yeltenilen’ mûsıkî ‘ yüz ağartacak’ değerde olmaktan uzaktır.. Ulusal ince duygular düşünceleri deyişleri toplamak ve onları son mûsıkî kurallarına göre işlemek gerekir, evrensel mûsıkîye ancak bu şekilde ulaşılablir.” Gördünüz mü kabahatini bu mûsikişinasların. Sen kalk millete zorla yüz ağartacak değerde bile olmayan bu mûsıkiyi dinletmeye yelten. Osmanlının asırlardan beri dantel dantel işlediği makam makam ördüğü bu müzik bir değer bile değilmiş demek. Hem yüzü de karadır. Peki ne yapmak lâzım, milleti kara yüzlü mûsıkiyi dinlemekten alıkoymak için? Kolayı var.
Şimdi bir başka sahneye bakışlarınızı çevirin lütfen. Yer Leipzig’te bir sinema salonu. Oynamakta olan film aniden durur. Salon aydınlanır. Sahneye çıkan iki subay salona dönerek seslenir: “Cevat Memduh kimse ayağa kalksın, dışarı gelsin.” Devlet bursu ile Leipzig’ e müzik eğitimine gönderilen Cevat Memduh Altar Ankara’dan gelen emir üzerine apar topar sinemadan çıkarılarak Çankaya köşküne götürülür. Zamanın Maarif Vekilinin başkanlığında toplanan ve Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin ve N. Ş Taşkıran’dan oluşan “ Müzik Şûrâsı” yüz ağartıcı ilk iş olarak “ Halk Ezgilerinin Çok Sesli Yorumu” politikasını benimser ve uygulamaya geçerler. Sonrası malûm, radyodan Türk Müziği yayını yasaklanır. Çok sesli müzik diye batı özentisi acayip bir dayatma uygulamaya konur. Peki, millet ne yapar dersiniz? Millet ise yüz ağartacak değerde olmayan bu mûsikiye sahip çıkar. Mûsıki Cemiyetlerinde, evlerde, meşklerde, söyler ve bugünlere kadar gelir. Koskoca bir müzik kültürünün resmî okulu olan konservatuarların 1976 yılına kadar kurulamadığı ayıbı ise buna engel olan zihniyetin ayıbı olarak kalır.
Yeri gelmişken ilk defa okuyacağınız bir hatırayı paylaşalım sizlerle: Orgeneral Fahrettin Altay anlatıyor: Mustafa Kemal, Münir Nureddin Selçuk’a bir nedenle küskün ve kızgındır. Bursa da Çelik Palas Otelinin yemek salonu M. Kemal için hazırlanmıştır. Büyük bir sofranın ortasında kendisi, etrafta da diğer kimseler oturmaktadır. Karşıda ise M. Nureddin durmaktadır. Yüksek ayaklı bardaklara rakılar konur, suyla beyazlaştırılır. M. Kemal, M. Nureddin’i görünce arka cebinden tabancasını çıkarır ve Münir Beye yönelterek su bardağını başının üstüne koymasını işaret eder. O da dolu bardağı başının üstüne koyar. Herkes bir şaka olduğunu düşünürken şiddetli bir patlama sesi duyulur. Kurşun Münir Beyin arkasındaki direğe saplanmıştır. Münir Beye ‘’ Sesin gibi zekâ ve cesaretinin de mükemmel olduğunu ispatladın. Haydi bize bir şarkı söyle ‘’ der. O da ‘’ Şahane Gözler ‘’ şarkısını okur. ’’
GAZEL VE KADER
Gazel Türk Müziğinin içinde yer alan söylenişi, muhtevası ile özel şekillerden biridir. Dinî müziğimizdeki kasideye benzer tarz olarak. Hafız Yaşar, Hafız Kemal, Hafız Burhan ‘ın okuduğu nefis gazellerin kaydını hâlâ piyasada bulabilirsiniz. Şimdi bir gazelin aynı zamanda kaderin tecellisine nasıl ayna olabileceğine dair hatırayı paylaşalım.
Mustafa Kemal her ne kadar Türk Müziği’ne mesafeli durursa da şarkıların yanı sıra gazel dinlemekten de geri kalamaz. Özellikle de Hafız Yaşar’ın sesinden. Mustafa Kemal’in en sevdiği hem de okuduğu gazellerden biri enteresandır:
“Ya Rab ! Ne eksilir deryayı izzetinden
Peymane-i vücuda zehrap katmasaydın’’
Yani
“Ya Rab ne eksilirdi senin ululuk denizinden
Vücut kadehine zehirli acı suları doldurmasaydın. ’’
Müzik alanındaki araştırmaları ile tanınan Cemal Ünlü şu tesbitte bulunur: “Atatürk hastalanır ve karnı su toplar. Doktorlar acılardan kurtulması için şırıngalarla suyu çekmek zorunda kalırlar. Hem de her defasında kilolarca. Yıllar önce söylenen bu gazel Mustafa Kemal’in yaşamında gerçek bir alın yazısına dönüşmüştür.”
18.11.2008
E-Posta:
alioktay@alioktay. net
|