Meşrûtiyet libası giymiş istibdat
y paşalar, zabitler! (...)
Herkesin şevkini kıran ve neş’esini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cemiyat-ı akvamiyeyi teşkiline sebebiyet veren ve ismi meşrutiyet ve mânâsı istibdat olan ve İttihad ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidaneye muhalefet ettim.
Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumî, aff-ı umumî ve ref-i imtiyaz lâzım. Tâ ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim: Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.
Zira, biliyoruz ki, “En büyük hile, hileleri terk etmektir.” Fakat, meşrû, hakikî meşrutiyetin müsemmâsına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.
Fikrimce meşrutiyetin düşmanı, meşrutiyeti gaddar, çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esmâ ile hakaik tebeddül etmez.” En büyük hatâ, insan kendini hatâsız zannetmek olduğundan, hatâmı itiraf ederim ki, nâsın nasihatini kabul etmeden nâsa nasihati kabul ettirmek istedim. Nefsimi irşad etmeden başkasının irşadına çalıştığımdan, emr-i bilmârufu tesirsiz etmekle tenzil ettim.
Hem de tecrübe ile sabittir ki, ceza bir kusurun neticesidir. Fakat bazan o kusur, işlenmemiş başka kusurun sûretinde kendini gösterir, o adam mâsum iken cezaya müstehak olur. Allah musibet verir, hapse atar, adalet eder. Fakat hâkim ona ceza verir, zulmeder.
Ey ulû’l-emir! Bir haysiyetim vardı, onunla İslâmiyet milliyetine hizmet edecektim; kırdınız. Kendi kendine olmuş istemediğim bir şöhret-i kâzibem vardı, onunla avâma nasihatımı tesir ettiriyordum; maalmemnuniye mahvettiniz. Şimdi usandığım bir hayat-ı zaifim var; kahrolayım eğer idama esirgersem! Mert olmayayım, eğer ölmeye gülmekle gitmezsem! Suretâ mahkûmiyetim, vicdanen mahkûmiyetinizi intac edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şandır. Fakat millete zarar ettiniz. Zira nasihatımdaki tesiri kırdınız.
Divan-ı Harb-i Örfî, s. 39-41
zabit: Subay.
ağraz: Garazlar, maksatlar.
sebeb-i tefrika: Ayrılık sebebi.
cemiyat-ı akvamiye: Milletlerin ortak cemiyetleri.
istibdat: Baskı.
şube-i müstebidane: İstibdat şubesi.
sulh-u umumî: Umumi barış.
aff-ı umumî: Umumi af.
ref-i imtiyaz: Ayrıcalığı kaldırmak.
nifak: İkiyüzlülük, münafıklık.
müsemmâ: İsimlendirilen, isim sahibi.
ahd ü peyman: Söz ve yemin.
libas: Elbise.
hilâf-ı şeriat: Şeriata aykırı.
tebeddül-ü esmâ: İsimlerin değişmesi.
tebeddül: Yenilenme, değişme.
nâs: İnsanlar.
emr-i bilmâruf: İyiliği emretmek.
tenzil: Kıymetten düşürme.
ulû’l-emir: Reis, başkan, âmir.
şöhret-i kâzibe: Geçici, yalancı şöhret.
maalmemnuniye: Memnuniyetle.
sûretâ: Görünüşte, zâhiren.
intac: Netice verme, doğurma.
Bediuzzaman Said Nursi
|