Hac mevsimi
Geçen hafta sosyoloji mezunu, doğma büyüme Rotterdamlı (aslen Yozgatlı) genç bir bayan arkadaşımızı eşi ile birlikte hacca gönderdik Rotterdam’dan. Çok güzel bir hac yemeği programı yapıldı.
Elhamdülillah, İslâmın şartlarını mü'minler dünyanın her yerinde yaşamaya çalışıyorlar. Çin’den de bu yıl çok sayıda Müslümanın hacca gittiğini biliyorsunuz.
Bir taraftan Müslüman olan yabancılar (ihtida edenler) bir taraftan Türkiye’den ve İslâm ülkelerinden gelen Müslümanlar İslâmın ahir zamanda hükümferma olmasına ön ayak olacaklar.
Evet şu an Hollanda gerçekten çok soğuk maddî olarak. Fakat manevî sıcaklık iklimi devam ediyor.
İşte taze bir örnek: “Harlem şehrinde ikamet eden Merry adlı Hollandalı bayan, Furkan Camiinde İslâmiyeti seçti. Avrupalılar daha çok araştırarak Müslüman oluyorlar. Aslında, Müslümanlar Risâle-i Nurlar gibi, altın gibi, pırlanta gibi, elmas gibi bir harika tefsirden haberdar olamadıkları—bir zamanlar devletlülerin işi gücü Nur talebeleri ile ve Risâle-i Nurlarla uğraşmak olmuş—doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete yakışan doğruluğu bir türlü kavramakta zorlandılar. Avrupalılara kâmil mânâda örnek olmadılar.
Fakat, cibilliyeten Müslüman ve Türkiye’den oralara giden işçiler, bulundukları her mekâna camiler yaparak, evlâtlarını, ailelerini ve kendilerini korumaya çalıştılar. Almanya Disburg’daki camiyi günde ortalama 2 bin Alman merak edip ziyaret ediyor, siz de okudunuz. (Yeni Asya, 7.11.2008) İslâmiyet hakkında bilgi alıyorlar.
Hollanda’da Mevlânâ Celâleddin-i Rumi’nin eseri olan ‘Mesnevî’ Hollandalı bir Müslüman olan Abdulwahid Van Bommel tarafından Flamancaya tercüme edildi. Risâle-i Nurlar da Hollanda diline çevrilmeye devam ediyor. Dr Yavuz Bilgin daha önce ‘Tabiat Risâlesi’ni Hollandacaya çevirmişti. Bursalı Ercan Gigi ve arkadaşları internet ortamında hizmetlere devam ediyorlar. Maşaallah, Hollandalı Müslüman (Risâle-i Nurlar’ı ana kaynağı olan orijinallerinden okuyup anlamak için Manisa Akhisar’da iki yıl kalıp Türkçeyi tam mânâsıyla öğrenen) Abdurrahman Kwes de gece gündüz demeden Nur Risâlelerini Hollanda diline tercüme etmekle meşgül oluyor, Elhamdülillah.
İslâmın ezeli düşmanı İngiltere’de bile artık katedralde Risâle-i Nur konferansları veriliyor, İngiliz akademisyenler organizesi ile. Hem de katılımcıların çoğu İngiliz.
Elhamdülillah, haza min fadli Rabbi.
|
Hayatın anlamı
Akşam olmakta yine, yine gün kızıla bürünüyor. Sokaklar her zamandan farklı bugün, bugün bir başka doğuyor geceye ay. Sessizlik anlamsız bugün, sevdalar yarım, yakarışlar son deminde. Kararan meydanlar, aydınlanan odalara dağılıyor… Akşam olmakta bugün… Kuşlar yuvalarına doluyor, meydanlar kalıyor bana… Ruhumda bir gölgelik takip ediyor beni, anlam veremiyorum kendime, hayatıma, sevdalarıma. Yüreğime geliyor hatıraların, buğulanan gözlerim kısılıyor hafiften, tozlanmış hatıraların, uçup giden sözlerin, anlamlı-anlamsız bakışların hapsediyor yine beni. Titreyen kalbim sessizliğin, sensizliğin yokluğunu yaşıyor bugün. Yüreğimde akşam oluyor bugün. Bir şairin dizeleri dolanıyor dilime, seni hatırlatan dizeler, sana söylenmiş sözler;
“ Giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki
Seni bir bardakta kaynayan
Abıhayat sandım
Elim uzandığı yerde kaldı”*
Tekrarlıyorum bilmeden. Düşündürüyor beni. Götürüyor bilinmezliklere, götürüyor sana, götürüyor sevdana, götürüyor sonsuza… Yüreğime dokunuyor, sevdanın başladığı gün kopardığım gül aklıma geliyor, kuruduğunu hatırlıyorum sadece… Her gülün kuruduğu gibi… Bakamadım diye kızıyorum kendime, değerini bilemedim diye… Ama vefasızlığını görüyorum bazen, bazen kızıyorum sana… Her şey kuruyor dünyada, her şey bitiyor bilinmezlik diyarında... Bir son bekliyor beni, seni, koparılan gülü… Nasıl bir sonsa?
Ben kendimi bilemezken, seni bilmeye çalışıyorum. Kendimi çözemezken seni çözmeye çalışıyorum. Kendimi yönetemezken seni yönetmeye çalışıyorum… Kızıyor musun bana? Anlamsız mı bütün yaşananlar, anlamsız mı hayat, soruyorum sana… Yanımda oluşunu hayal ediyorum da, acaba gözlerin güler miydi yine, sözlerin dokunur muydu yüreğime, yürüyüşünü hissedebilir miydim derinden, her adımın üzerime mi olurdu yine… Akşam olmakta bugün, akşam olmakta yüreğimde…
Derken irkiliyorum bir kedinin zıplayışıyla. Kedi karanlığın korkusunu seriyor üzerime. Hayatı sorguladığımı, sevdamı sorguladığımı fark ediyorum. Ben niçin yaşıyordum, kimin için sorguluyordum hayatı. Kimeydi bu büyük sevdam. Kime olmalıydı diyorum. Kendimi anlayamıyordum, seni anlayamadığım gibi. Anlayamıyordum hayatı, ölümü anlayamadığım gibi.
Akşamın soğuk havasının yanında, yüreğimdeki soğukluk donduruyor beni. Bulamıyorum aradığımı, bulamıyorum kendimi, bulamıyorum seni, bulamıyorum sevdanı, bulamıyorum sevdanın anlamını… Ve yoruluyorum sorulardan, cevapsız sorulardan usanıyorum. Bin bir bilinmezlik sıkıyor bedenimi, taşıyamıyorum yükünü, nefes alışlarım hızlanıyor, kalbim yerinde ağlıyor sanki, sanki ölüyorum, sanki bir son bekliyor beni…
Derken aynı kedi selâmlıyor beni yine, kendime geliyorum tekrardan. Hatırıma yine bir şairin şu satırları geliyor;
“Şimdi ayı bekliyorum
Ay doğunca onu yerime
gözcü bırakacağım
Aradığım bu ülkede de yok
Taşlar hatıra yazılamayacak kadar
Fazla kararmış”*
Ayın çoktan yükseldiğini görüyorum. Aradığımı bulamadan dönmeye hazırlanıyorum. Ve kulağıma hoş bir ses geliyor. Ezanın okunduğunu fark ediyorum. Bütün bulamayışlarımı bulduğum mescide yöneliyorum. Ayı gecede yalnız bırakıyorum… Seni bıraktığım gibi.
DİPNOT:
* Karakoç, Sezai. Hızırla Kırk Saat, Diriliş Yayınları, 2000, İstanbul.
|