Yekta Güngör Özden gibilerin her fırsatta tekrarladıkları sözü, geçtiğimiz günlerde Ermeni Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Hikmet Özdemir de söylemiş:
“Ülkemizde insanlar ezan sesi duyabiliyorlarsa, bunu Atatürk’e ve askerlerine borçlular...”
Özdemir evvelce Özal’ın Çankaya’daki danışmanlarındandı. Bir ara Yeni Asya’da Bediüzzaman’la ilgili müsbet değerlendirmeleri çıktı. Sonra epeyce bir zaman “kızağa” çekildi. Akabinde Ermeni araştırmaları uzmanı olarak tekrar sahneye çıktı. Ama şu söylediği sözün, yeni uzmanlık alanıyla da bağdaşacak bir tarafı yok.
Yeryüzünde on dört asrı aşkın bir zamandır yankılanan ezan sesini kim susturabilmiş ki, bu topraklarda öyle bir durum ortaya çıkıp da M. Kemal’in bunu önlediğinden dem vurulabilsin?
Eğer kast edilen şey, “Anadolu toprakları Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus işgalciler arasında paylaşılmak isteniyordu. Bu plan başarılı olsaydı ne bayrak kalırdı, ne de ezan okunacak cami ve minare” gibisinden bir varsayım ise...
Bir defa millî mücadeleyi bütün memleket sathında örgütleyenlerin başını, her yerde, ezan sesini susturmama kararlılığıyla harekete geçen sarıklı hocalar, müftüler, din âlimleri çekiyordu.
Onların öncülüğünde topyekûn bir milletin kurtuluş hamlesi tek bir şahsa mal edilebilir mi?
Gerçi Özdemir, bugün ezanları duyabiliyor olmamızı Atatürk’ün yanında, onun kahraman askerlerine de borçlu olduğumuzu ifade ediyor.
Ama aslan payını yine Atatürk’e verdiği açık.
Aynı söylemi kullanan diğerlerinde ise Özdemir’in sergilediği bu “sınırlı hakşinaslık”tan da eser yok. Onlar, olumlu herşeyi Atatürk’e mal ederken, bütün olumsuzlukları da milletin sırtına yükleyen çarpık bir mantıkta ısrar ediyorlar.
Oysa Bediüzzaman’ın bu konuda defaatle ifade edegeldiği gibi, zafer ve muvaffakiyet orduya aittir; hezimet ve başarısızlığın sorumlusu ise komutandır. Ne var ki, bu kural Türkiye’de hep tersine işledi. Ve maalesef halen de öyle gidiyor.
Öte yandan, zaferden sonra yönetime hakim olup dizginleri ele geçiren kadronun, ezanı asırlardır okunan orijinal şeklinden çıkarıp Türkçeleştirmesine ve ot deposu olarak kullandığı camilerde ezan sesini susturmasına ne buyurulur?
Mecliste ayakta alkışlanarak kabul edilen ve hâlâ her okunuşunda hepimize ulvî heyecanlar yaşatan İstiklâl Marşımız “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” duasını terennüm ederken ezanın tanınmaz hale getirilmesinin izahı neydi?
19-20. yüzyıl sömürgeciliğinin baş aktörü İngilizlerin bile müstemleke olarak hakimiyetleri altına aldıkları ülkelerde tevessül etmedikleri uygulamalar, burada yıllarca sürdürülmedi mi?
Demirel’in “Millet Yunan istilâsına karşı aktif mukavemet olarak istiklâl savaşı tepkisini gösterdikten sonra, zaferin akabinde kendi devletinin ‘Modernleştiriyoruz’ diye din üzerine getirdiği baskılara da pasif mukavemetle tepki göstermiştir” (Köprü, Ağustos-1988; İslâm, Demokrasi, Laiklik, s. 139) sözüyle dile getirdiği önemli tesbitin içinde bu yaşanmış olaylar da yok mu?
1950’den sonra demokrat iktidar ezanı tekrar özgürlüğüne kavuşturmasaydı, bugün hâlâ minarelerden ezan adı altında, halkın “tungurtu” olarak anıp bir daha asla duymak istemediği “Tanrı uludur” sesleri yükselmeye devam edecekti.
Atatürk’ü savunmak isteyen savunsun. Ama bunu yaparken gerçekleri saptırmaya ve anayasadaki o klişe ifadelerle “dini ve dince kutsal sayılan şeyler”i istismar etmeye kalkışmasın. Ve ezan başta olmak üzere, dinî sembolleri alet ederek Atatürk’ü gerçekte olduğundan farklı göstermeye tevessül etmesin. Ederse mahcup olur.
Bu millet millî mücadeleyi “Ezan Türkçeleştirilsin” diye değil, kâinattaki en yüksek hakikati günde beş vakit ilân eden “Allahu ekber, Allahu ekber” nidaları kıyamete kadar semalarımızdan eksilmesin diye verdi. Çarpıtmanın âlemi yok...
22.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|