Atatürk’ün dine bakışıyla ilgili birkaç noktaya temas ettiğimiz son yazılarımız üzerine, “Kur’ân ve hadis kitabı tercüme ettiren bir insanın dine karşı olumsuz bir tavır içinde olduğu söylenebilir mi?” diyenler oldu.
Hakikaten Elmalılı Hamdi Yazır’ın Elmalılı tefsiri olarak bilinen meşhur eseriyle Babanzade Ahmet Naim Beye hazırlatılan Sahih-i Buharî Muhtasarı-Tecrid-i Sarih Tercümesinin, Atatürk’ün talimatıyla yazdırıldığı, herkesçe bilinen bir gerçek.
Kur’ân tercümesinin İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif’e teklif edildiği ve onun başlangıçta kabul edip bir miktar yaptığı, ama bilâhare asıl niyeti sezdikten sonra vazgeçip, o vakte kadar yazdığı kısmı yakarak imha ettiği de bir başka hakikat.
İşin perde gerisindeki bu niyet, millî mücadele kahramanlarından olduğu halde, zafer sonrasında dışlananlardan Kâzım Karabekir’in M. Kemal’den aktardığı sözlerde açığa vuruluyor:
“Evet, Karabekir; Araboğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım. Tâ ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler...” (Paşaların Kavgası, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, s. 159; aynı bilgi, Karabekir’in, Uğur Mumcu tarafından düzenlenip 10-29.1.1990 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen hatıralarında da var.)
M. Kemal’in “Araboğlu” dediği, Peygamberimiz (a.s.m.); “yave,” yani “safsata ve saçmalık” olarak nitelediği de Kur’ân’ın âyetleri. Hâşâ!...
{Bediüzzaman Hazretleri “Kur’ân’a karşı suikast” olarak vasıflandırdığı ve “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin” sözüyle açığa vurulduğunu belirttiği “dehşetli plan”dan söz ederken, bu olayı anlatıyordu. (Sözler, s. 425)}
Karabekir’in naklettiği hatırayı tamamlayan bir bilgi de, 1932-33 yıllarında ABD Ankara Büyükelçisi olan Charles H. Sherrill’in, Atatürk’le din konusunda yaptığı özel sohbetle ilgili izlenimlerini yazıp Washington’a gönderdiği raporda yer alıyor. Musevî yazar Rıfat Bali’nin tercüme edip Toplumsal Tarih dergisinde yayınladığı raporun tam metni 6.9.06 tarihli Radikal’den iktibasen, ertesi günkü Yeni Asya’da çıkmıştı.
Raporda anlatılan görüşmede Türkçe Kur’ân ısrarını “Türk halkı uzun zamandan beri ezberden okuduğu Arapça duaların gerçek mânâsını anladığı zaman tiksinecek” iddiasına dayandıran M. Kemal’in tavrını Büyükelçi, “Kur’ân’ı Türkler arasında gözden düşürme” niyetiyle açıklıyor.
M. Kemal’in “Türkler Arapların dinini kabul etmezden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din Türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuttu. Muhammed’in dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdular” sözleri de aynı niyetin bir başka boyutunu ve tezahürünü ortaya koyuyor.
Türklerin “bilmedikleri ve anlamadıkları bir dille” yazılan Kur’ân’ı okumalarını “Beyni sulanmış hafızlara döndüler” diyerek aşağılaması da.
Bu bilgiler de, Atatürk’e en yakın isimlerden Afetinan’ın hazırladığı “Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları” kitabında mevcut.
Bütün bunlar bir araya geldiği zaman tablo netleşiyor. Ve buna karşı, özellikle Kur’ân’ın mucizeliğini iki kere iki dört eder kat’iyetinde ispatlayan Risale-i Nur’un ilâhî bir tavzif ve istihdamla telif ve neşri bu dehşetli planı bozuyor.
Elmalılı tefsiri de, yazdırılışındaki maksat ve niyet başka olduğu halde, o neticeyi vermiyor. Kur’ân, tefsirini o işte kullanılmaktan koruyor.
Asıl niyet, Türkçe Kur’ân’la başlatılan projeyi Türkçe ezanla devam ettirip Türkçe ibadetle bir ileri aşamaya taşımak suretiyle işi çığırından çıkarmak; sonra Kur’ân mealiyle hadis tercümelerindeki—hâşâ—“yave”leri serrişte edip mukaddes kitabımızı ve Peygamberimizi gözden düşürmeye yönelik bir kampanya başlatmaktı.
Ama Allah fırsat vermedi, yapamadılar...
19.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|