Süleyman Soylu 2008’in ilk günlerinde yapılan bir önceki parti kongresinde DP’nin yeni başkanı seçildiğinde, “Kimse tanımıyor, zaten Çiller’in emanetçisi olarak geldi, ilk fırsatta koltuğu ona bırakacak” söylentileriyle yıpratılmak istendi. Aradan geçen zamanda bu söylentilere paralel birtakım provokatif girişimler de oldu, ama geri tepti ve netice vermedi.
Asıl önemlisi ise, Soylu ve genç ekibi, seçildikleri günden itibaren Anadolu’yu karış karış dolaraşak, yılların getirdiği olumsuz birikimlerle yıpranan teşkilâtları tekrar derleyip toparlama seferberliğine giriştiler. Bu süreçte, yer yer eskinin alışkanlıklarını hatırlatan bazı hatalar tekrarlandıysa da, genel merkez-teşkilât ilişkilerindeki hasar umumî hatlarıyla büyük ölçüde onarıldı.
Geçen hafta sonu, objektif gözlemcilerin de şaşırdığı yoğun ve coşkulu bir katılımla gerçekleşen kongre, on buçuk aylık bu hummalı mesainin, zorlu maratonun ilk etabı için başarıyla sonuçlandığını açık bir şekilde gözler önüne serdi.
Misyonun samimî ve fedakâr takipçileri, bazılarınca “Artık bitti, bir daha dirilemez” denildiği bir noktada, DP’yi misyonundan, tabanından ve mazisinden aldığı güç ve gençleşen kadrosunun dinamizmiyle yeniden ayağa kaldırmaya muktedir ve kararlı olduklarının ilk sinyalini verdiler.
Soylu’nun “emanetçi” yakıştırmalarını tamamen iptal eden net bir sonuçla başkanlığını perçinlediği kongreden çıkan en önemli karar, hiç şüphe yok ki, tüzük değişikliklerinin kabulüydü.
Bu değişikliklerle;
* Genel başkanın görev süresi 4 olağan kongreyle sınırlandırılacak. Böylece Türk siyasetinin en büyük handikabını oluşturan ve “seçilmiş diktatör” eleştirilerine malzeme veren sorunun çözümü için DP fiilen önderlik etmiş olacak.
* Milletvekili aday tesbitinin yüzde 95’i üye, delege ve kurullar tarafından yapılacak; genel merkez adaylarının oranı yüzde 5’te kalacak.
* Seçim bölgelerinin yüzde 90’ında yargı denetiminde aday yoklaması ve önseçim yapılacak.
* Teşkilâtların feshi zorlaştırılacak.
Bunlar, Soylu’nun Yeni Asya’yı ziyaretinde ifade ettiği gibi, 12 Eylül’den beri yürürlükte olan mevcut Siyasî Partiler Kanununun partilere dayattığı kısıtlamalara rağmen, DP’nin kendi inisiyatifiyle ürettiği, bu parti özelinde siyasete tabanın güç ve dinamizmini taşıyacak, parti içi demokrasiyi güçlendirecek çok önemli kararlar.
Hatırlanacağı ve defaatle de hatırlattığımız üzere, 3 Kasım 2002 gecesi Erdoğan’ın kameralar önünde verdiği bir söz vardı: 2004 Mart’ında yapılacak mahallî seçimlere kadar Partiler ve Seçim Kanunlarını değiştirip düzeltmek. Aradan altı seneyi aşkın bir zaman geçti; hâlâ yapacak!
Ama yapamadığı veya yapmadığı için de, AKP eleştirdiği partilerin durumuna düştü. O çok övünülen “ortak akıl” sisteminin yerini tek adam yönetimi aldı. Ve gelinen noktada AKP, özellikle kapatma dâvâsında çıkan kararın ardından, “statüko terbiyesi”nden geçip devlet çizgisine rampalayan klâsik bir “iktidar partisi” haline geldi.
İşte tam bu noktada DP’nin, tabana yaslanan ve parti içi demokrasinin önünü açan bir yönetim anlayışıyla sahneye çıkması çok manidar.
Bu çıkış, uygulamada da arkasının getirilmesi ve Soylu’nun Yeni Asya’ya anlattığı çerçevede oluşturulan gerçekçi, dengeli, cesur ve yapıcı politikalarla yola devam edilmesi halinde, milletin aradığı alternatifin adresini iyice belirginleştirir.
DP kongresinin bir diğer önemli sonucu da, yılbaşındaki kongrenin seçtiği, genç isimlerin ağırlıkta olması yönüyle takdir edilen, ama tecrübeyi dışladığı için eleştirilen GİK listesinin bu kez söz konusu tenkitlere mahal bırakmayacak biçimde, geleneği ve tecrübeyi temsil eden isimlerle de takviye edilerek şekillendirilmiş olması.
Görünen o ki, tabanı ve teşkilâtıyla bütünleşip, genel merkez kadrosunu isabetli isimlerle takviye eden DP, tazelenmiş bir özgüvenle tekrar milletin önüne çıkmaya hazır. Hayırlı olsun.
18.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|