Daha henüz delikanlılık çağında iken her ikisi de kafa kafaya verip, ailelerinden habersiz bir şekilde evliliklerini ilân ettiler. “Gönül ferman dinlemez” misâli gençlerde his ve heves ön plana çıkınca, hiç geçit vermeyen engeller dahi dümdüz yol oluveriyor.
Her iki tarafın aileleri istemese de, haberleri olmasa da, ikisi de düğünsüz dâvetsiz evliliklerini ilân edince, ailelere kerhen de olsa bu işe “Artık hayırlı olsun” demek düşüyordu ve onlar da öyle yaptılar.
Ne var ki evlendik demekle evlilik devam etmiyor. Hele bir de bu gibi hayırlı işlerde akıl mantık devreden çıkarılıp, his ve heves ile karar verilmiş, annelerin babaların rızası ve duâsı alınmamış ise, böylesi evliliklerin akıbeti de pek iyi olmuyor.
Her ne ise, bu delikanlıların evliliklerinin ikinci yılında bir de kız çocukları dünyaya geliyor. Bu arada çift arasındaki sürtüşme, kavga gürültü çoktan başlamış olmalı ki, ani bir kararla boşanıyorlar. Anne daha henüz üç yaşındaki kızını babasına bırakarak evini terk ediyor. Baba da çocuğunu kendi anne babasına terk ederek, o da evi terk ediyor.
Aradan çok zaman geçmeden, anne de, baba da hemen ikinci evliliklerini gerçekleştiriyorlar. Yakından tanıdığım Abdullah Beyin ikinci evliliğinden de iki çocuğu oldu. Ama maalesef bu evlilikte de beklenilen huzur ve mutluluk gelmedi. Sebebini bilemediğimiz sebeplerden dolayı çekişmelerin, sürtüşmelerin ardı arkası gelmiyordu. Kavga, gürültüler şiddetlenince eşler artık ayrı yaşamaya karar verdiler. Eşler arasındaki kavgaların, ayrılmaların en ağır bedelini çocuklar ödemiş oluyor. Bunda da aynen öyle oldu. İki minnacık çocuk ortada kalınca, dedeleri onları da yanına aldı. Böylece kendileri bakıma muhtaç dede ile nine konumundaki iki pir-i fani ihtiyar, aklı bir karış havada, his ve heves ile hareket eden evlâtlarının sayesinde artık torunların bakıcısı durumuna düşmüş oldular.
Boşanan eşlerin ağır bedelini çocuklar çekiyor dedik. Birisi ilk hanımından, ikisi ikinci hanımından olan üç toruna dedeleri ve babaanneleri bakıyorlardı. Ama kendileri bakıma muhtaç iki yaşlı insan, anne baba sevgisinden ve şefkatinden yoksun bu küçük yavrulara nasıl, ne şekilde bakabilirlerdi? Beklendiği üzere çocukların ruh sağlıkları iyiden iyiye bozulmuştu. Artık bu yaşlı pir-i faniler, torunlarının maddî ihtiyaçlarını karşılasalar dahi, mânevî boşluklarını doldurmakta güçlük çekmeye başlamışlardı.
Aradan yıllar geçti. Artık, Abdullah Beyin birinci hanımından olan kız çocuğu büyüyüp evlenme çağına gelmişti. Psikolojisi de bir hayli bozulan ve dolayısıyla evde problem haline gelen bu çocuğun hâlet-i ruhiyesi belki düzelir düşüncesiyle, kendi rızası da alınmak sûretiyle evlendirilmesine karar verildi. Ve evlenme teklifinde bulunan birisine, çok fazla araştırılıp soruşturulmadan söz verildi ve kısa zamanda da düğünleri yapıldı.
Ama heyhat... Derde devâ olur niyetiyle yapılan bu evlilik, maalesef beklenilenin tam tersine çekilen sıkıntı ve ıztırapların şiddetlenerek devam etmesine sebep oldu. Psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip olan bu talihsiz kızın kısmetine içkici, ayyaş, serkeş bir adam çıkmıştı. Ve tahmin edeceğiniz gibi bu evlilik yürümedi. Aradan yaklaşık bir yıl geçmeden bu evlilik boşanma ile neticelendi ve kız tekrar baba evine değil, dede evine döndü.
Ailevî geçimsizliklerin, eşler arası kavgaların ve boşanma olaylarının ülkemizde artarak devam ediyor olması, yaşanan böylesi bir ailevî dramı sizinle paylaşmama vesile oldu. Böyle iç karartıcı hadiseleri gündeme taşımak, bazı karamsarlıklara sebep olmanın yanında, bazı gençlerin ibret almaları bakımından faydalı olabilir belki.
Evlilik gibi böyle bir meselede sadece duygusal davranarak karar verilmesi, akıl mantıktan yoksun, his ve heveslerle hareket edilmesinin ne gibi acı sonuçlar getirdiğini görüyoruz. Bu konuda atılan yanlış bir adım, isabetli olmayan bir karar; belki de ömür boyu telâfi edilemeyecek sonuçlar doğurabiliyor. Günümüzde erozyona dûçâr kalmış evlilik meselesini ciddiye almak gerekir diye düşünüyorum.
23.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|