"Gerçekten" haber verir 24 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

M. Latif SALİHOĞLU

Kemalistlere yaranmakla kurtulamazsınız



1922'de dâvet edildiği Millet Meclis'inde kahraman ordunun muzafferiyeti için duâ ettikten sonra mebuslara hitaben imândan ve namazdan bahseden Bediüzzaman Said Nursî, onun bu yaklaşım tarzına muhalefet edenlere de, pervâsız bir şekilde

Her kim ki ortaya çıkıp, "Ben hem Atatürk'ü, hem de Üstad Bediüzzaman'ı aynı şekilde seviyor, beğeniyor ve takdir ediyorum" dese, o kimsenin doğru söylediğine kim inanır? O kimse acaba her iki tarafın nazarında da gayr-i ciddî, gayri samîmî ve yanıltıcı adam durumuna düşmez mi? Düşer.

Zira, Mustafa Kemal ile Said Nursî'nin birbirine tamamiyle zıt iki şahsiyet olduğunu, aklı başında olan herkes biliyor.

Dâvâları, inançları, hedefleri, maksatları, dünya görüşleri ve hatta yaşayış tarzları dahi birbirinden farklıdır. Aynı çağda yaşamış olmakla birlikte, aralarında "küllî bir muhalefet" var.

1922 yılı sonlarında Ankara'daki ilk münakaşalı karşılaşmanın ardından yolları ayrılmış ve ömürleri boyunca bir daha da uzlaşmamışlardır.

Bizzat M. Kemal'in bilgisi dahilinde ve isteği doğrultusunda 1925 Baharında Van Erek Dağındaki inzivagâhından alınan Said Nursî, hayatının sonuna kadar sürgün, hapis ve tarassut altında bulundurulmuş, hatta vefatından sonra mezarında dahi rahat bırakılmamıştır.

Yaşanan gerçeklerin bu merkezde olduğunu, bakın Said Nursî nasıl teyit ve te'kid ederek anlatıyor: "...Çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal'e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir.

"Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal'in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: O, beni taltif etmek ve bütün Vilayât–ı Şarkıye'ye vaiz–i umumî yapmak için, Ankara'ya istedi. Ben oraya gittim. Bu gelen üç madde, beni onun dostluğundan vazgeçirdi." (Emirdağ Lâhikası, s. 247)

İsteyen, devamını ilgili kaynaktan okuyabilir; Said Nursî, burada olduğu gibi daha başka mektuplarında da M. Kemal'e hangi meselelerde itiraz ettiğini, onunla niçin çalışmak istemeyip dostluğunu reddettiğini, bu yüzden başına ne tür belâlar geldiğini, ancak buna rağmen yine de pişmanlık duymadığını teferruatlı bir şekilde izah ediyor.

Bu izahları okuyunca, "Bediüzzaman, Atatürk'ü yeterince tanıyamadı; tanısaydı kanaati değişirdi" şeklindeki iddiaların ne kadar havada kaldığını, hatta bu tür iddiaların tevil götürmez birer zırvadan ibaret kaldığını kat'î sûrette anlamak mümkün.

Evet, Said Nursî, hayatını ortaya koyarak ve herşeyi göze alarak—fiilî çatışmayı dinen de doğru bulmadığı—M. Kemal ile dost geçinmeyi kabul etmedi. Bunu ispat etmek için deliller pekçoktur; aksi yönde ise, gösterilebilecek inandırıcı bir tek delil yoktur.

Buna rağmen, yine de kalkıp hem Said Nursî'yi, hem de M. Kemal'i aynı anda sever görünmeye ve yaşanmış, tarihe geçmiş değişmez gerçekleri kasten çarpıtmaya yeltenmek, ancak takiyye ile, yaranmacılık ile ve başkasını da yanıltarak günâhına girmek ile izah edilebilecek bir fecâattir. Bu, böylesi bir çarpıtmanın sahibini hem dünyada, hem âhirette mahcup ve zelil edecek ağır bir vebâldir.

Bakınız, bir zamanlar bütün gayesi dünya, siyaset ve menfaat olan mütegallip mütehakkimlere yanaşmaya ve yaranmaya çalışan bazı gafilleri, Said Nursî nasıl yüksek bir nidâ ile uyarmaya çalışıyor: "Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr–u diniyede müsamaha veya teşebbühle (onlara benzemeye, onlardanmış gibi görünmeye çalışarak) medenîlere yanaşmayın. Çünkü, aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt–ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz, veya dalâlete düşer, boğulursunuz." (Mesnevî–i Nuriye, s. 107)

Demek ki, durum son derece ciddî. Yaranmacılık, kişiyi dalâlete sürükletip onu boğulmaya kadar götürebilir.

Said Nursî, 1940'lı yıllarda ehl–i dünyaya yanaşmakta ileri giden meşhûr bazı şahısların, bir türlü yaranamadıklarını ve âhir ömürlerinde yine aynı ehl–i dünya tarafından perişan edildiklerini bakın nasıl anlatıyor: "...Bizi perişan ve mesleğimizden pişman etmek için her vesileyi istimal eden, hattâ aleyhimize Şeyh Abdülhakîm’i (İstanbul'da) sevk ettikleri halde, onu ve Şeyh Abdülbâki’yi ve bana ara sıra itiraz eden Şeyh Süleyman’ı (Denizli'de) bizim gibi perişan eden adamlara karşı inkârlarınız ve (bizden) kaçmanız, onların (ehl–i dünyanın) kanaat–i vicdaniye dedikleri düşüncelerinde beş para etmez ve Eskişehir’de (Şeyh Şerafeddin) dahi etmedi." (Şuâlar, s. 289)

Bu bahsin devamında, isimleri tekraren zikredilen bu dindar şahsiyetlerin, dünyalılar tarafından—ilerlemiş yaşlarına bakılmaksızın ('ihtiyar zat'lar)—ölüme sürüklercesine başka yerlere sürgün edildikleri anlatılıyor.

Doğrudur. Zira, bu şahısların bazısı nefyedildikleri yerde çok kısa bir süre sonra vefat etmişlerdir.

Bu da, ehl–i dünyanın ne kadar acımasız, ne kadar merhametsiz olduğunu gösteriyor.

Demek ki, korku veya menfaat beklentisiyle şuna buna yaranmanın ve genelde yaranmacılığın kimseye bir faydası yok. Zaten dünyalılara yaranamazsınız, üstelik onların elinden kurtulamazsınız. Suyunuzu sıktıktan sonra posanızı da tutup çöpe atarlar. Bitirirler sizi...

Onun içindir ki, zillet içinde yaşamaktansa, izzet içinde ölmek daha evlâdır.

Üstad Bediüzzaman ve has talebeleri böyle davranmışlardır; şimdi ve gelecekte de aynı izzetlilik içinde yaşayacaklarına kimsenin şüphesi olmasın.

Herkesin telâkkisi kendisine. Ancak, biz kat'iyet derecesinde inanıyoruz ki, tahkiki iman ile beşer korkusu aynı yerde barınmaz, aynı kalpte birarada durmaz. Biri girince, diğeri çıkar gider.

(Devamı var)

24.11.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (20.11.2008) - Zoraki (ilk) koalisyon

  (19.11.2008) - Alternatif arayışı

  (18.11.2008) - Hürriyetçi Demokratlar

  (15.11.2008) - Ne kadar kıyım, o kadar millî; öyle mi?

  (14.11.2008) - Devlet "Sünnî" midir?

  (13.11.2008) - Nurcuların 'Şark hizmeti'

  (12.11.2008) - "Mustafa"nın mahiyeti

  (11.11.2008) - Demokratların zaferi ve musibet yüzlü adamlar

  (01.11.2008) - Gecikmeyi hayra yormalı

  (31.10.2008) - Nursî belgeseli kalsın

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır