Bayramlar sevinç ve coşku günleridir; ama Üstad Bediüzzaman’a hapisler, sürgünler, tecritler, takipler ve tazyiklerle geçen çileli hayatında bayram sevinci de çok görüldü.
Bazı bayramlarını talebeleriyle birlikte demir parmaklıkların arkasında geçirmek zorunda bırakılan Üstad, sürgün dönemlerinde de çoğu bayramı amansız bir tarassut altında idrak etti.
Buna dair, kendi ifadelerinden üç örnek:
Emirdağ sürgününde, Ankara’daki Emniyet-i Umumiye Müdürüne yazdığı mektupta “Bu yirmi sene kırk bayramımı münzevî, yalnız geçirdim. Artık yeter!” diyor Üstad. (Emirdağ L., s. 68)
Bir başka Emirdağ lâhikasında, “Bayramın ikinci gününde teneffüs için kırlara çıktığım zaman ehemmiyetli bir memur tarafından beş vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldım” ifadesi var. (a.g.e., s. 64; Lâtif Salihoğlu bu hadiseyi Emirdağ yazılarında detaylı şekilde anlatmıştı.)
Barla bayramlarının nasıl geçtiği de “Kurban Bayramında, fıtraten sohbetten hoşlanmadığım için hiç kimseyi kabul etmediğimi gösterir bir-iki satırlık yazı ile kapımda yazdığım ve hiçbir kimse de gelmediği halde, bu mübarek bayramın dört gününde bir polis bulundurulmak suretiyle, benim gibi garip, ihtiyar, hastalıklı bir adama şüphe isnad ederek tarassut ettirmek ve hareket-i şahsiyemi bilâsebep taht-ı nezarette bulundurmakla verilen tazyik ve sıkıntı”dan söz edilen mektupta görülüyor. (Barla L, s. 570)
Talebesi Hüsrev Altınbaşak’ın şu yakıcı satırları da Üstadın hazin bayramlarını tasvir ediyor:
“Senelerden beri zalimlerin pençe-i zulmünde inleyen bu biçare Müslüman kardeşlerinizle geçirmekte olduğunuz bu mübarek bayramın belki dokuzuncusunu ücra köşelerinde, dostlarınızdan uzak, akraba ve taallûkatınızdan mahrum bir vaziyette, teâlî ve terakkîsi için çalıştığınız cemiyet-i İslâmiye arasından uzaklaştırıldığınız bir halde geçireceğinizi hatırladıkça yüreğim parçalanıyor, ruhum hazin bir elemle yanıyor, gözlerimden yaşlar dökülüyor.” (a.g.e., 365)
Üstad, o mahzun bayramlarında da tesellîyi, ömrünü adadığı iman hakikatlerinde buldu; belâ içinde safâyı, zindanlarda Cennet saadetlerini yaşadı. Ve Ali Ulvi Kurucu’nun “Allah’ın nuruyla nurlanan bir gönlün semâsını hangi bulutlar kaplayabilir?” dediği ruh halini hiç kaybetmedi.
Sarsılmaz bir iman ve o imanın verdiği ihlâs, sabır, sebat ve metanetle, aşılmaz denilen dağları aşıp, geçilmez sanılan engelleri bertaraf ederek ve elbette İlâhî inayetle nur dâvâsını zafere ulaştırdığındaki bayramlar ise çok farklıydı.
Umum Nurcuların, haccü’l-ekberdeki Nur talebelerinin, hacdaki Nur taraftarlarının bayramını tebrik ederken, çok zamandır esaret altında kalan İslâm beldelerinin birer birer istiklâlini kazanıp İslâm birliğine doğru gittiğinin müjdesini veren, İstanbul Üniversitesinin alnında yazılı olup da tek parti devrinde gizlenen fetih âyetinin tekrar açığa çıkarılmasından “Üniversite Nur medresesi olacak” müjdesi çıkaran ve Bismarck’la Carlyle’ın Peygamberimiz (a.s.m.) ve Kur’ân hakkındaki takdirkâr sözlerini aktararak bu müjdeleri Batı âlemini de kucaklayan küresel bir perspektife oturtan mektup (Emirdağ, s. 234), böyle bir bayram coşkusunu yansıtıyor.
Allah nasip ederse yarın bir yenisini daha idrak edeceğimiz bayramları yaşarken, aktardığımız bu birkaç örnekle bazı önemli köşe taşlarına işaret etmeye çalıştığımız zorlu serencamı, Üstadın ve talebelerinin ne kadar çetin şartlarda mücadele vererek ve dayanılmaz zorluklara göğüs gererek bugünleri hazırladıklarını çok iyi düşünmemiz, zorlu bir kışta gelip şimdiki cennet-âsâ bahar çiçeklerinin tohumlarını serpen o hakikat kahramanlarını hayırla yad etmemiz ve onlara lâyık hayrü’l-halef olma gayreti içinde hizmete daha bir şevkle sarılmamız gerekiyor.
* “Kurban Bayramınız şimdiden mübarek olsun” derken, yazılara kısa bir fasıla verdiğimizi duyuruyoruz. Yeniden buluşmak dileğiyle...
07.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|