Diğer alanlar gibi ekonomide de sıkıntı işaretlerinin belirmeye başladığını, altı yıllık “pembe tablo”nun sonuna gelindiğini yazdığımızda, iktidar partisine toz kondurmamak için kendilerini yırtan birileri “Ekonomi tıkırında, merak etme, hiçbir şey olmaz, işine bak” gibisinden “akıl” vermeye kalkışmışlardı.
Gelinen noktaya bakıyoruz; durum hiç de iç açıcı değil. Dahası, bugünleri dahi arayacağımız günlerin önümüzde durduğu ifade edilmekte.
Hep birlikte takip ettiğimiz gibi, önce ABD’de patlak veren ve sonra hızla bütün dünyaya yayılan finans krizi aylardır gündemin ilk sırasında.
Bu süreçte başından beri “Kriz Türkiye’yi teğet geçecek, bize birşey olmaz, tam tersine krizi fırsata çevireceğiz” diyerek bugünlere gelen Erdoğan, evvelce “Ümüğümüzü sıktırmayız” dediği IMF ile ABD’de bir kez daha el sıkıştıktan sonra ağız değiştirerek şunu söylemeye başladı:
“2009’un ilk altı ayında sıkıntı yaşayabiliriz.”
İlginçtir; eşzamanlı olarak başka isimler de aynı şeyi söylediler. Meselâ Almanya Başbakanı Merkel gelecek yılın en azından ilk aylarının kötü geçeceğini ifade ederken, Kemal Derviş de krizin gelecek aylarda kötüleşeceğini beyan etti.
AKP hükümetinin ihracattan sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in, “Kriz daha tam olarak bize gelmedi, ama geliyor, yolda” şeklindeki sözleri de bunları tamamlayan bir alarm sinyali.
Sonuç olarak, Rahmi Koç’tan başlayıp iş âleminin önde gelen diğer mensuplarına kadar herkesin ortak kanaati: 2009 zorlu bir yıl olacak.
Bu arada, 2009’u beklemeden şimdiden derin bir krize giren, bazıları kilit vuran, bazıları da kapanmamak için debelenen bir dolu işyeri var.
Aylardır dünyanın öbür ucunda, bizi fazla etkilemeyecek bir finans krizi olarak takdim edilen buhranın dalgaları henüz Türkiye’ye ulaşmamışken durum bu olursa, o dalgalar ülkemizi vurduğunda nasıl bir tablo ortaya çıkar; doğrusu tasavvuru bile insanı ürpertmeye yetiyor.
Fabrika çarklarının yavaşladığı ve yer yer durmaya başladığı, üretimin her geçen gün azaldığı, kapasite kullanımının inişe geçtiği, alış veriş ve ticaretin bıçak gibi kesildiği, esnafın siftah yapamadan dükkân kapattığı, ödenemeyen kart ve kredi borçlarının çığ gibi büyüdüğü, altı senedir azaltılamayan işsizler ordusunun, giderek yaygınlaşan işten çıkarmalarla daha da tırmanışa geçtiği son derece zorlu bir süreç yaşıyoruz.
Bir-iki haftadır mail adresimize akmaya başlayan ve her gün onlarca adedi bulan iş başvuruları, işten çıkarmaların ne kadar yakıcı bir boyut kazandığını gösteren işaretlerden yalnızca biri.
Başvuru sahipleri üniversite mezunu, kariyeri olan, yaş ortalaması 30’un altındaki insanlar. Ve anlaşılıyor ki, yakın zamanda işlerinden olmuş, bu sebeple yeni iş arayışına koyulmuş gençler.
Son derece düşündürücü ve vahim bir tablo.
Görünen o ki, çalışanların ve son dönemde iyice güç kaybetmiş olan sendikaların feryatları hiçe sayılıp, kriz bahane edilerek başlatılan işten çıkarma operasyonları tamgaz devam ediyor.
İyiniyetli, ama bütün çabalarına rağmen işyerini ayakta tutmayı başaramadığı için kilit vurmak zorunda kalan ve işçileriyle birlikte kendisi de mağdur olan işverenler bahsimizden hariç.
Ama kendi hayat standartlarında hiçbir gerileme olmadığı halde, krizin faturasını hemen çalışanlarına çıkaran işadamları ne kadar eleştirilse azdır. Böyle bir zihniyetle ne kriz aşılabilir, ne de toplumda sosyal barış ve ahenk sağlanır.
Durumun ciddiyetini nihayet fark etmiş görünen hükümetin açıklaması beklenen paket, önümüzdeki aylarda bu tablonun çok daha kötüleşerek devamını önleyebilir mi, bilemiyoruz.
29 Mart’taki yerel seçimlerin, bizzat Başbakanın açıklamasına göre, krizin bunaltıcı etkilerinin geniş kesimlerde en yaygın şekilde hissedilmeye başlanacağı bir ortamda yapılacak olmasının bu hareketlenmedeki rolü de merak konusu.
Sebep gerçekten kriz mi, yoksa seçim mi?
26.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|