Pekâlâ bilirsiniz ki, biz gazetemizle, dergilerimizle ve bilumum yayınlarımızla belli bir hedefe doğru bir çizgi üstünde hizmetimize devam eden bir ekolüz. Bizi “biz” yapan değerler, mânâlar ve rabıtalar vardır. Vizyonumuz da, misyonumuz da, hedefimiz de bellidir. Hizmetlerimize yeniden bir hedef, bir gaye tayin etmek gibi bir derdimiz de yoktur. Ne dünyevî ve ne de uhrevî bir mefaati gözetmeden, sadece Rızay-ı İlâhîyi esas alarak yolumuza devam ederiz. “İn ecriye illa elallah” diyerek, ücret ve mükâfatımızı sadece Allah’tan ümit ederiz.
Ama gelin görün ki, bu halisane hizmetimizi dünya şartlarında, zamanın ilcaatına maruz kalarak, ehl-i dünya ile yan yana, çoğu zaman onlara da ihtiyaç duyarak yürüttüğümüz için, handikaplardan, tehlikelerden ve ihlâsı kıran manilerden kendimizi âzâde tutamayız. İhlâsı kaybetmek, kulenin başından düşmek korku ve endişesini de yüreğimizden söküp atamayız. Üstadımızın “Lâakal onbeş günde bir okunmalıdır” dediği İhlâs Risalesi’ne can simidi gibi sarılırız. Çok şükür ki, pusulasız değiliz. Ahirzamanın karanlığında, dalgalar arasında yol alırken pusulamız da, yolumuzu aydınlatan ışıklarımız da mevcuttur.
Lâkin ta “sahil-i selâmet”e çıkıncaya kadar pusulamızın güvende olmasını, ışıklarımızın açık olmasını temin etmek zorundayız. Rehberimiz ve kaptanımız olan Risale-i Nur Külliyatında, her alanımıza ışık tutan, bazılarınca detay ve “lüzumsuz” zannedilen içtimaî ve siyasî alanları bile karanlıkta ve gizli bırakmayan ölçüler mevcuttur. Bu ölçülerin hiçbirinin vazifesi bitmiş ve tarihe karışmış değildir. Büyük Üstadın hayatının, daha doğrusu hayat devrelerinin neticesi olan ve Kur’ân’ın malı olan Risalelerde rafa kaldırılacak hiçbir mesele yoktur. Bu ölçüleri ve dersleri hayata geçirmek, canlı tutmak için bize düşen vazife, “müfritane irtibat” içinde tesanüdümüzü muhafaza ederek, meşveret sistemi içinde yolumuza devam etmektir.
Gerçi bu ölçüler, Risale-i Nur yoluyla imana ve Kur’ân’a hizmete talip olan herkesi, her grubu bağlar. Ama Yeni Asya’yı, dergilerini ve yayınlarını bu mukaddes dâvânın hizmetkârları olarak görenler ve öyle kabul edenlerde çok bariz bir ayrıcalık vardır. Yani bu gazete ve bu yayınlar için “naşir-i efkârımız” diyenler açısından meseleye ve hizmetlere bakılacak olunursa, kimsenin inkâr edemeyeceği, tarihe mal olmuş ve olmaya devam edecek bir “hususiyet”, bir “serencam” vardır ki, o da hiç şüphesiz “tavizsiz çizgi”dir. Bu çizginin kırılmaması için; şahsî kırılmalar, dökülmeler, kaybetmeler dahil, her zarar ve her tehlike göze alınmıştır. Hem de zinde ve derin güçlere karşı taviz üstüne taviz vermenin, değişkenliğin, tanınmaz hale gelmenin revaçta olduğu bir dönemde dik durulmuş, boyun eğilmemiş, eyvallah edilmemiş. Sun’î ve maksatlı tebessümlere aldanılmamış, parlak tekliflere iltifat edilmemiş. Yeri geldiğinde göz kırpılmadan kaybetmek de göze alınmış. Geri duran dağ gibi şahsiyetler, elden çıkan maddî imkân ve kazanımlar, tesisler ve “emval,” sanki bir depremde kaybedilmiş sayılarak, onların arkasından baka kalınmamış; öne bakılmış, yola devam edilmiştir..
Burada en başta kaderin rolünü ve başa gelen musibetlerde kaderin fetvasını unutmamak lâzım. Bu hizmetlerin yürütülmesinde daha bol para, daha geniş imkânlar, daha büyük organizeler, daha çok fedakârlar olsa da, hizmetlerimiz daha bir kolaylaşsa, daha bir rahat nefes alsak... gibi istekler meşrudur ve herkesin duasıdır. Ama eğer bu niyetle el atılan dal kopup elde kalmışsa, bu yoldaki bazı teşebbüslerden netice alınamamışsa, bundan dolayı yapacak birşey olmadığı gibi, kul olarak itiraza da hakkımız yoktur. Kaldı ki, Âdil-i Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak olan Rabbülalemin, bu ekolü bazı sahalarda “başarılı” kılmamakla beraber, bazı alanlarda “muvaffak” ve “üstün” tutuyorsa, o zaman “yerden göğe şükür” diyerek “secde-i şükür” yapmak gerekmez mi? Bunun için de, bu neşriyatın yaklaşık kırk yıllık mazisine dönüp bakmak yetecektir. Eğer bu camianın mazisinde yüzleri kara çıkartacak, başları eğik tutacak bir mesele, bir hadise yoksa, ve adına “tavizsiz çizgi” dediğimiz mesele aslında Risale-i Nur’un vaz ettiği “meslek ve meşrep” ise, o zaman keder ve hüzün yerine, sevinmek ve mutlu olmak gerekmez mi?
Eğer bu “tavizsiz çizgide” sahabe mesleğinin izleri varsa, eğer “saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramadığı” gibi sana da yaramıyorsa, eğer ihtilâllerin ürünleri olan oluşumlardan ve menfaat ortamlarından nasiplenmek senin nasibinde yoksa; evet, aziz kardeşim, bütün imkânsızlıklara ve sıkıntılara rağmen mutlu ve bahtiyar olmak bugün senin hakkındır.
NOT: 8 Kasım Temsilciler toplantısına katılmak düşüncesiyle bulunduğum şehirden Viyana’ya doğru arabamla yol alırken yüzümün bir tarafındaki hareketsizliği fark edip hastahaneye müracaatımla, “yüz felci” teşhisiyle alıkonulmam ve şimdi tamamen iyileşmiş olmam sadedinde, öncelikle Rabb-ı Rahîmime vücudumun zerratı adedince şükrediyor, bizzat ziyaret eden, telefonla arayan, mail ve mesaj atan, gazetemiz aracılığıyla “geçmiş olsun” temennisinde bulunan can dostlarıma teşekkürlerimi arz ediyor ve onları dualarıma dahil ediyorum.
27.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|