Planlı hayat, oh ne rahat!
Batı dünyasının ‘neden’ kalkındığı gündeme geldiğinde, onların hem kişisel hayatlarında ve hem de devlet olarak planlı ve programlı bir hayat sürdükleri ifade edilir. Öyledir de.
Bir de istatistik bilimi çok iyi kullanılır.
Bizde ise ‘karabatak’ bir düzen olduğu; hem kendi kişisel yaşantımızdan ve hem de devlet düzeninden anlaşılmaktadır. Her ne kadar devlet işleri planlansa da bunlar hep kâğıt üzerinde kalmaktadır. Bu ‘zuhurat’tan olup, bir tür tasavvufî ve mistik hayat biçimidir.
Planlı kalkınma dönemleri daha 1969’lara dayanır. Bu tarihten itibaren “Beş Yıllık Kalkınma Planları” yapılmaya başlandı. Bu amaçla Devlet Planlama Teşkilâtı da (DPT) söz konusu planlı kalkınma dönemleri için kuruldu.
Çalışmalarda bazı sonuçlar alınsa da, ne yazık ki çoğu planlamalar kâğıt üzerinde kalmıştır. ‘İnsan’ faktörü işin içinde oldukça gayretler sonsuz, randıman malûmdur.
Bu aslında bir kültür, bir gelenek ve belki de bir gen aktarımı şeklinde geçmişten bugüne gelmektedir. Sözgelimi, ben nerede bir inşaat görsem, özellikle ihale yoluyla alınmış inşaatlarda, o inşaatı tanımlayan tabelâda ‘Bitiş Tarihi’nin çoktan geçmiş olduğunu görürüm. Siz de çoğu kez görmüşsünüzdür.
Şahsî çalışmalarımıza bakalım; eğer planlamışsak –ki, çoğu kez plansızıdır- bir çalışmayı bitirme tarihinden ya da söz verdiğimiz tarihten çok çok sonra teslim etmişizdir.
Bir defasında bir kitap çalışmamdan söz ettiğim dostum Prof. Dr. Muhittin Şimşek bana “Çalışmanı bitirmek için mutlaka bir son tarih belirle” demişti de haklı olduğunu ilerleyen zamanda anlamıştım. Randevulara, toplantılara, söz verdiğimiz halde zamanında gitmeyiz. Neden? Çünkü plânsız yaşarız. Zaman plânlaması diye bir konu gündeme geldiğinde de ‘aman canım, eski köye yeni adet mi getiriyorsun?’ derler.
Bir başka sözgelimide MEB ile ilgilidir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın kaç öğretmene ihtiyacı nedense belirsizdir. O sebeple rivayetler muhteliftir. Eğitim sendikalarının verdiği rakamlar farklı branşlarda 200 bin civarındadır. Oysa MEB ile Eğitim fakülteleri oturup da bir türlü hangi branşta kaç öğretmene ihtiyaç olduğunu ve 5-10-15-20 yıllık periyotlarda kaç öğretmene daha ihtiyaç olacağını plânlamazlar. Zavallı öğrenciler de ÖSS sınavı sonucunda branşlara yerleşirler ve gelecekte öğretmen olmayı umarlar. Oysa mezun oldukları branşta ihtiyacın belki de on katı üzerinde öğretmen adayı vardır. Sonuçta onlar da işsiz öğretmenler sınıfına dahil olurlar.
Eğitim böyle de, ziraat ve tarım bundan aşağı kalır mı? Tarım plânlaması kısmen yapılsa da bilimsellikten uzak, tarım nüfusuna hükmedemeyen ya da köylüden kopuk Ziraat fakülteleriyle hayalî bir Tarım Ülkesi durumundayız.
Tarım böyle de esnaflık ne durumda? Geçenlerde yaşadığım 150 bin nüfuslu şehirde 150 tane kırtasiyeci olduğunu öğrendim. Ne korkunç bir manzara! Her bin kişiye bir dükkân düşüyor. Bu insanlar yemeyip içmeyip de hep kırtasiye alacak durumda değiller ya. Bir müddet sonra da bu dükkânlar kapanmaya başlıyor.
Oysa Belediyeler kendilerine iş yeri açmak için başvuranlara bu bilgi çağında bilgi verseler, danışmanlık yapsalar, ‘bak kardeşim, sen paranı bu işe yatıracaksın, dükkân açıp masraf yapacaksın; ancak bu şehirde 150 tane kırtasiye dükkânı var. Bunu bir daha düşün. Şu şu alanlarda iş yeri açmak istersen avantajların şunlar şunlar olacak’ diye bilgi ve akıl verseler daha doğru olmaz mı?
Geçenlerde ABD Çalışma Bakanlığının internet sitesine girdim. Diyelim ki çocuğunuzu ya da öğrencinizi yönlendireceksiniz. Önce hangi mesleği merak ediyorsanız onu tıklıyorsunuz. Karşınıza o mesleğin görev tanımları, işin kapsamı, ayrıntıları, sınırları, ilişkili olduğu diğer branşlar, o işi yapacak adayın sahip olması gereken özellikleri bir bir anlatılıyor. Sonra yetmiyor, o branşın eyaletlere göre, şehirlere göre dağılımını tıklıyorsunuz. Yaşadığınız ya da yaşamayı arzuladığınız şehirde o meslekten kaç kişi var. Bunların o şehirdeki gelirleri nedir, ülke ortalaması nedir, bütün bunları inceleyebiliyorsunuz. Siz de bunlara bakarak yönlendirme yapıyorsunuz.
Bütün bunlar ‘istatistik’ denilen bilimin verilerine göre yapılıyor. Peki, bizdeki makine neden düzgün işlemiyor? Çark neden düzgün dönmüyor? Rauf Tamer’in ‘Halk Partililer için’ ifade ettiği ‘80 öncesindeki o meşhur sözünü hatırlıyorum: “İşte O Kafa!”. Yani, planlamaya inanmayan, planlamak işine gelmeyen, planlamaya alışmamış tembel ve zihinsel anarşist “İşte O kafa!”
|
B. SAİT ÇİFTÇİ
25.11.2008
|
|
Gençlerin demokratik katılımı nasıl sağlanır?
Gençlerin politikaya karşı güvensizliği oldukça yaygın olmakla birlikte, sivil toplum kuruluşları gençlere bazı katılım imkânları sunabilir. Türkiye’de birçok vakıf ve dernek de gençlere gönüllülük yoluyla katılımda bulunabilme, yeni şeyler öğrenme ve oluşturma imkânı sağlıyor. Gençler tarafından yürütülen faaliyetler ve gönüllü çalışmalar, onların kendilerine olan güvenlerini arttırıyor. Araştırmalar gösteriyor ki, gençleri topluma hizmet eden faaliyetlere dahil etmek, onların kişisel gelişimi, vatandaşlık duygusu, sosyal sorumluluğu, bilgisi, akademik yetenekleri ve kariyer özlemleri üzerinde ciddî olumlu etkiler oluşturuyor.
Oysa Gençliğin Durumu Araştırması’na katılan gençler arasında, Türkiye’de bir sivil toplum kuruluşu üyesi olanların oranı yalnızca % 4. Bunların yaklaşık % 46’sı ise ya üniversite öğrencisi ya da üniversite mezunu. Yeni insanlarla tanışmak ve yeni çevrelere girmek, çeşitli öğrenci kulüplerini ve gönüllü çalışmalarını tanımak çoğunlukla üniversite ortamında gerçekleşiyor. Üniversiteler, gençlere sosyal katılımı bizzat uygulayarak ve tecrübe ederek öğrenme fırsatı sunuyor. STK’lar, gençlere başkalarına karşı hoşgörüyle yaklaşmak ve farklılıklara saygı duymak konusunda çok şey öğretiyor.
Türkiye’deki STK’ların henüz kapasitelerini geliştirme süreci içinde olmaları, katılım oranının düşüklüğünü açıklayabilir. Ayrıca, uluslar arası boyutun öne çıktığı STK projelerinde, yeterli düzeyde bilgisayar kullanabilen ve daha önemlisi, yeterli düzeyde İngilizce konuşabilen daha eğitimli gençler avantajlı durumda oluyor. Bölgesel farklar da unutulmamalı. Ulusal Ajans Projelerinin şehirlere göre dağılımına baktığımızda, büyük ve küçük şehirler ve Doğu ile Batı arasında ciddî farklar olduğunu görüyoruz.
STK çalışmaları yoluyla toplum hayatına aktif olarak katılma fırsatını bulan gençler, çabalarının sonuçlarını gördükçe daha fazla motive olduklarını ve ‘daha başka neler yapabiliriz?’ diye kendilerine sormaya başladıklarını söylüyorlar. Çalışmalarıyla herkese fırsatlar oluşturan bu faal gençleri çoğunluğa dönüştürmek için STK’larla birlikte çalışan kamu kuruluşları da var. Uluslar arası kaynaklar bu kamu kuruluşlarına ciddî düzeylerde katkı sağlıyorlar. Gençlerin sosyal hayata katılımını arttırmak, Türkiye’de son yıllarda daha da yaygınlaştığı görülen dışlanma olgusunun azaltılması ve ortadan kaldırılması için en önemli araçlardan biri. Devlet, belediyeler, STK’lar ve özel sektör gençlere ücretsiz sosyal faaliyet alanları oluşturmaya devam etmeli ve bu tür sosyal faaliyetlere en fazla ihtiyacı olan yoksul gençler için kurslar açmalı. Bu faaliyetleri, kursları ve çalışmaları daha iyi tanıtmanın yolları bulunmalı. Gençleri sigara, uyuşturucu ve alkol tüketimi, suç ve şiddetten uzak tutmak için en popüler TV kanallarında ve çok sayıda gencin bu tür tehlikelere karşı korunmasız olduğu mahallelerde daha yoğun bilinçlendirme kampanyaları sürdürülmeli. Katılımı arttırmak için, STK’ların, destek mesajlarını yalnızca gençlere değil, onların ailelerine de ulaştırması gerekir. Bu hedefe ulaşmak, gençliğin sivil ve siyasî katılımının önüne ailelerin koyduğu engelleri aşmakla yakından ilgili. Gençlere fırsatlar sağlayan STK projelerinin iyice değerlendirilip bunlardan dersler çıkarılması, katılım konusunda ilgiyi ve iyi uygulama örneklerini arttırabilir. Son olarak, gençlerin temel düzeyde katılımını sağlamak için STK’ları kullanırken ortaya çıkabilecek bazı potansiyel sorunların da altını çizmek gerekiyor. Sivil toplum faaliyeti, tanımı gereği, vatandaşların özgür girişimine dayanır; dolayısıyla kültürel ve siyasî eğilimlerin mevcut durumunu yansıtması kaçınılmaz. Türkiye’de STK’lar, diğer örgüt ve kurumlara göre, kuşkusuz daha demokratik bir şekilde yönetiliyor ve kadınlarla gençlere daha çok kucak açıyor. Bununla birlikte, katılımcılık konusunda toplumun genel sosyal sorunlarına benzer sorunlar ve dezavantajlı gençler açısından kırılması güç olan hiyerarşik yapılanmalar, STK sektöründe de mevcut. Gençlerin STK faaliyetlerine katılımında, başka alanlarda ve mekanizmalarda ihtiyaç duyulan ihtiyata, aşırıya kaçmayan bir yönlendirmeye ve teşvike gerek olmadığını söylemek fazla iyimserlik olur.
STK’ların birbirleriyle ortaklıklar kurması teşvik edilmeli. Bazı STK’ların değişik faaliyetler veya sosyal kesimlerin içinde tecrit olması, bu kuruluşlardan gençlik katılımı alanında beklenen etkiyi ortadan kaldırır. STK’ların, bağımsızlıklarından ödün vermeden, gençleri ve kadınları çalışmalarına dahil edip, onları üye yapma yetenekleri ölçüsünde, devlet kaynaklarından destek sağlamaya ihtiyaçları var.
Eğitime gönül veren bütün öğretmenlerin ‘Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.
Kaynak: İnsanî Gelişme Raporu, Türkiye’de Gençlik 2008, UNDP, genclikpostasi.com
|
MUSTAFA OĞUZ
25.11.2008
|
|
Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasından vazgeçilsin
Günümüzde öğretmenlerin çözüm bekleyen birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların başında da sözleşmeli öğretmenlik uygulaması gelmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü’nün yaptığı açıklamaya göre, 140 bin öğretmene ihtiyaç duyulmaktadır.
Bugün öğretmen ihtiyacı karşılanamadığı için, Millî Eğitim Bakanlığı öğretmen açığını çeşitli yollarla gidermeye çalışmakta; atamalarda kadrolu öğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen, vekil öğretmen, usta öğretici gibi çeşitli uygulamalara başvurmaktadır. Diğer mesleklere baktığımızda; doktorun, polisin, hakim ve savcının vekili, ücretlisi bulunmamaktadır. Eğitim ülke için, toplum için birinci öncelik olmasına rağmen, öğretmenlik mesleği toplumda kutsal meslek olarak değerlendirilmesine rağmen sözleşmeli, ücretli ve vekil öğretmen uygulaması yapılmaktadır.
Farklı öğretmenlik uygulamaları eğitim kurumlarında okul iklimi açısından olumsuzluklar getirmektedir. Son zamanlarda 4/B kapsamında 100 bine yakın öğretmen ataması yapıldı. Bu uygulama eleştirildiğinde, yetkililer, ‘sözleşmeli ile kadrolu öğretmen arasında hiçbir fark yoktur’ şeklinde savunma yapmaktadır. Oysa yapılan her kadrolu öğretmenlik atamasında sözleşmeliler öğretmen atanabilmek için yeniden başvurmaktadır. Çünkü uygulamalarda bir hayli farklılık vardır.
Birincisi, sözleşmeli öğretmenler atandıkları bir ilden başka bir ile çalışmak için gitmek istese, ataması yapılmamaktadır. Ancak özür grubuna giriyorsa, belli dönemlerde atamasını isteyebilmektedir. Ayrıca meslekî güvencesi yoktur. Yerine kadrolu öğretmen ataması yapılınca görevinden ayrılmak durumunda kalmaktadır. Evli ise, askerde iken, eşi ve çocukları sosyal güvenlikten yararlanamamaktadır. Diğer öğretmenler gibi adaylık süreci işletilmemektedir. Ne kadar çalışırsa çalışsın, devlet memurluğunda adaylığı kaldırılmamaktadır. Kadrolu konuma geçince adaylık süreci yeniden başlamaktadır. Yine okullarda ve eğitim kurumlarında uzun süre çalışsalar bile diğer öğretmenlerin görevde yükselme sınavlarına girme hakları yoktur. Okul yöneticiliği dâhil Millî Eğitim Bakanlığı’nın yönetim kademelerine atanma şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Uzman ve Başöğretmenlik sınavlarına giremeyeceklerdir. Ayrıca doğum izni ve aylıksız izin gibi uygulamalardan da yararlanamamaktadır. 4/B sözleşmeli öğretmenler, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olmalarına rağmen, kanunun verdiği özlük haklarından yararlanamamaktadır. Ayrıca sözleşmeli öğretmenin devlete maliyeti bakımından da kadrolu öğretmenden bir farkı yoktur. Sözleşmeli uygulamasının eğitime bir çok olumsuz etkisi vardır. Öğretmenin özlük haklarına olumsuz etkileri vardır. Meslekî motivasyona olumsuz etkileri vardır. Öğretmenlere ayrılan ödenekten sözleşmeli öğretmen uygulamasıyla devlet kâra geçmiyor. O zaman şu soruyu sormak icap etmektedir: Neden sözleşmeli öğretmen uygulaması yapılıyor?
Devlet bu uygulamadan kâra mı geçiyor da bu derece olumsuzluklara rağmen sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına devam ediyor. Bunun mantığını anlamak mümkün değildir. Bu sorunun anlamlı bir cevabı yoktur. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, sözleşmeli öğretmenler, kadrolu öğretmenlerin haklarıyla eşit haklardan yararlanamamaktadır. Bu sebeple sözleşmeli uygulamasından vazgeçilmelidir. 4/B kapsamında olan öğretmenler kadrolu öğretmenliğe geçirilmelidir. Bundan sonra da sözleşmeli öğretmen uygulaması yapılmamalıdır. Öğretmenlik atamalarında tek atama biçimi uygulanmalıdır.
|
HALİL ETYEMEZ
25.11.2008
|
|
“Türkiye’de öğretmen olmak...” araştırması
Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın 24 Kasım Öğretmenler Günü için yaptırdığı ankete göre, öğretmenlerin yüzde 83’ü çocuğunun öğretmen olmasını istemiyor.
“Tekrar öğretmen olmak ister misiniz?” sorusunu, öğretmenlerin yüzde 59’u olumsuz cevapladı. Her yıl öğrenci sayısının artmasıyla birlikte okul, derslik, öğretmen açığı da büyümektedir. AB standardı olan 25 kişilik sınıf düzenlenmesini sağlayabilmek için 200 bin öğretmene, 35 bin yardımcı personele ve 200 bin dersliğe ihtiyaç var. Öğretmenlerin yüzde 42’si sinema, tiyatro, opera, bale, seminer, panel, sempozyum gibi faaliyetlere hiç katılamıyor. Öğretmenlerin yüzde 87’si sosyal faaliyetler için aylık gelirlerinden pay ayıramadıklarını söylüyor. Öğretmenlerin yüzde 78’i ders kitabı dışında her ay bir kitap okuyamadıklarını, yüzde 84’ü en az bir yabancı dil bilmediğini, yüzde 49’u bilgisayar ve internet kullanmayı hakkıyla bilmediğini, yüzde 38’i bilgisayar sahibi olmadığını kaydediyor. Eğitimle ilgili yayınları izleyen öğretmenlerin oranı yüzde 41.
ÖĞRETMENLERİN MESLEK
MEMNUNİYETİ ARAŞTIRMASI
Eğitim Bir-Sen’in “Öğretmenlerin Meslek Memnuniyeti Araştırması’nda katılımcılara öğretmenliği seçme sebepleri sorulduğunda ilk sırada % 28 oranında katılımcının “Topluma ve çocuklara faydalı olmak için” cevabını verdiği görülmektedir. Öğretmenlik mesleğini çok sevdiği için seçtiğini ifade edenlerin oranı % 21 iken, öğretmenliği, saygın bir meslek olduğu için seçtiğini söyleyenlerin oranı % 18 olarak ortaya çıkmaktadır. Öğretmenlerin eğitim öğretim şartlarının nitelikli eğitim için yeterli olup olmadığı hakkındaki düşüncelerine başvurulduğunda, % 10 “Evet, yeterli” derken, % 59’u “yeterli olmadığını” belirtmiştir. ‘Kısmen yeterli’ diyen öğretmenlerin oranı ise % 30 olarak ortaya çıkmıştır. Öğretmenlerin meslekî gelişimi için neler yapılması gerektiği sorusuna, % 41’inin “Teknolojik gelişmelere paralel olarak her yıl kurs verilmeli” dediği görülmektedir. % 26 oranında öğretmen, “MEB’in düzenli olarak hizmet içi eğitim vermesi gerektiğini” ifade etmektedir. % 20 oranında bir katılımcı ise meslekî kitapların alımında öğretmenler için ödenek ayrılması gerektiğini belirtmektedir. Öğretmenlerin % 32’si toplumun kendilerine değer verdiğini, % 27’si toplumun kendilerine değer vermediğini düşünmektedir. % 41’i ise toplumun öğretmene kısmen değer verdiğini ifade etmektedir.
MESLEKÎ EĞİTİM ÖĞRENCİSİ 1,5 MİLYON
Meslekî ve teknik okullara talep önemli oranda artarken, meslekî ve teknik eğitimin toplam ortaöğretim içindeki oranı yüzde 42,58’e ulaştı. 2001-2002 eğitim öğretim döneminde meslekî ve teknik eğitim öğrenci sayısı 947 bin 358 olurken bu sayı; 2008-2009 eğitim öğretim döneminde 1 milyon 415 bin 516’ya yükseldi. Meslekî ve teknik eğitim okullarında eğitim gören kız öğrenci sayısında da önemli oranda artış olduğu gözlemlendi. 2001-2002 eğitim öğretim döneminde 356 bin 527 olan meslekî ve teknik eğitimdeki kız öğrenci sayısı 7 yılda yüzde 59.73 oranında artış görerek 2008-2009 eğitim öğretim döneminde 596 bin 809’a ulaştı. Meslekî ve teknik okullarda erkek öğrenci sayısında ise son 7 yıldaki artış 228 bin 786 oldu (Eğitim gazetesi)
|
25.11.2008
|
|
Sonbaharındayım
Dökülen son yaprağım.
Son dalda kalan tek gülüm.
Rüzgâra karşı savaşmakta ve
Ayakta durmaya çalışmaktayım.
Sonbaharımdayım;
Bet rüzgârlar geçirdim,
Son dalımı da yitirdim,
Sonbaharımdayım.
Yelkenlerin denize vurduğu bir zamanda,
Yıldızsız geceler aysız yalnızlıklarda,
Umutsuz ve faydasız seslenişlerde,
Yıkılmış ve dağılmış günlerde.
Yapraksız bir ağaç gibiyim.
Ne bir nefes ne bir soluk yok etrafımda.
Yardım istemiyorum tekrar yapabilirim.
Tekrar fidan olabilirim.
|
ESMA NUREFŞAN ÇETİN
25.11.2008
|