"Gerçekten" haber verir 25 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

İnsanlardan bir kısmı da, mü’min olmadıkları halde, “Allah'a ve ahiret gününe inandık” derler. Allah'ı ve mü’minleri güya aldatmaktadırlar. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar.

Bakara Sûresi: 8-9

25.11.2008


Süfyan, aldatmakla iş görecek

Ahirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan nâmında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

Devamı için bakınız: Mektûbât,

15. Mektub, s. 60, (yeni tanzim, s. 94)

***

Yedinci Mesele

Rivayette var ki, “Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar.”

Ve’l-ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışır, demektir.

Sekizinci Mesele

Rivayetler, Deccalın dehşetli fitnesi İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiâze etmiş.

Lâ ya’lemu’l-gaybe illallah. (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez) Bunun bir tevili şudur ki: İslâmların Deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali’nin (r.a.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccalı Süfyandır, İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccalı ayrıdır. Yoksa Büyük Deccalın cebir ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.

Şuâlar, 5. Şuâ, s. 504, (yeni tanzim, s. 913)

***

..İslâm Deccalı olan “Süfyan” dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.

Şuâlar, 5. Şuâ, s. 512, (yeni tanzim, s. 926)

nifak: Görünüşte Müslüman gibi davranıp aslında kâfir olma, iki yüzlülük, münafıklık.

risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) peygamberliği.

ehl-i nifak: İki yüzlü kimseler, münafıklar.

Âl-i Beyt-i Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) âilesi ve soyundan gelenler.

cereyan-ı münafıkane: Münafıklık akımı, münafıkça cereyan.

Ve’l-ilmu indallah: İlim Allah katındadır.

teshir: Emrine itaat ettirme, boyun eğdirme.

tecerrüt: Soyutlanma.

maarif: Eğitim.

tâmim: Umûmileştirme, genele yayma.

istiâze: Sığınma.

ehl-i tahkik: Gerçeği, hakikati araştıranlar.

ceberut-u mutlak: Tam bir zorbalık, diktatörlük.

hevesat-ı müteaffine: Kokuşmuş hevesler, çirkin ve pis istekler.

ayn-ı istibdat: Baskı ve diktatörlüğün ta kendisi.

anarşistlik: Kural tanımama, kaidelere ve otoriteye karşı çıkma.

Bediuzzaman Said Nursi

25.11.2008


Haccınız mübarek olsun

“Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki

Kâbe’dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.

Yol bakımından gücü yetip gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki Allah âlemlerden müstağnîdir.” (Âl-i İmrân: 3/96-97.)

Rabbimizin lütuf ve keremiyle çok mübarek ve önemli zaman dilimleri yaşanmaktadır. Şu günlerde yaşanılan Hac ibadeti ve şeâiri gibi…

Cismen olamasak da, ruhen ve fikren o mübarek beldelerde oranın havasını uzaktan uzağa teneffüs etmenin hazzı ve sevinci bile insanı heyecanlandırıyor.

Hac’la ilgili hissiyâtımızı engelleyemedik ve hakkımızda mânevî bir duâ olması dileğiyle tuşlara besmele ile dokunmaya başladık.

Yukarıda zikrettiğimiz ve diğer âyetlere göre hacc, tek bir ibâdet olmayıp, bir ibâdetler yumağıdır âdeta. Her biri birtakım fiil, davranış, hareket, terk ve yasaklardan oluşan ibâdetlerin bütünü hacc ibâdetini teşkil etmektedir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir.” (Sözler, 16. Söz, 4. Şuâ)

Bunların başlıcaları ihram, namaz, telbiye, çeşitli zikirler (Allah’ı çeşitli isim ve sıfatları ile anmak, Kur’ân, Cevşen, duâ, vird, zikir okumak gibi), Arafât ve Müzdelife vakfeleri, istiğfar, tavâf, güzel ahlâk, sabır, ihramlı iken yasaklara riâyet, yasakları çiğneme sebebiyle veya bazı mazeretlerden dolayı oruç, kurban, sadaka şeklinde yerine getirilen keffâret ve fidyeler, en hayırlısı takvâ ve amel-i salih olan mânevî azıklar edinmek, imanı tahkîk mertebesine çıkarma adına cehd ve gayret göstermek sûretiyle Rubûbiyet-i İlâhiyenin kemâlatını ilân, tevhidî sadâlara iştirak ile maddî ve mânevî kirlerden arınmaktır.

Bütün bu davranışlar doğrudan doğruya ibâdet olup Allah’a lâyık bir kul olma amacına yönelik olarak ve O’na yakınlık elde etmek için Allah tarafından vazedilmiştir.

Milyonlarca hacıların dilinden ve kalbinden yükselen Tekbir ve Telbiyeler, Arafat dili ve Kâbe kalbiyle Arş’a yükselmektedir.

Haccın “ferdî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî...” sayısız faydaları oldukça fazladır.

Said Nursî, şu veciz ifadesiyle bu hususa vurgu yapmıştır: “…o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (Emirdağ Lâhikası)

Ancak bu faydalar ibâdetlerin âcil (dünyadaki) mükâfatıdır; asl olan sırf Allah için, O’na kulluk borcunu îfa için yapılmış olmasıdır.

Hacc, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a dönüşün bir göstergedir. O, mutlak ezel ve ebedin sahibidir. O, sonsuzdur. O’nun sınırı, ucu bucağı yoktur. “O’na” dönüş, mutlak kemâl, mutlak iyilik, mutlak güzellik, mutlak güç, ilim, değer ve hakikate doğru hareket etmek; yani mutlak doğru hareket, mutlak kemâle doğru mutlak hareket ve sonsuzluğa doğru mutlak kanat açışın bir sembolü, ebedî hareket ruhunun mukaddes mekânlara yansımadır. Yani biz, bir “ebedî oluş”un yolcuları, bir “sonsuzluk hareketi”nin kafileleriyiz. Hacc, bu mahşerî kafilelerin tevhid semâsında ve merkezinde zirve yaptığı bir buluşmanın, tanışmanın, bilişmenin ve milyonlarca cismin tek bir ruh haline dönüşmesinin adı…

Bu seyrü sefer çizgisinin en son noktası rızâ-i İlâhîdir. Seferimiz, ebedî hicretimiz, öyle bir cadde, öyle bir yol üzerindedir ki onun son noktası yoktur. Haşir meydanlarında bile son bulmayacak olan bir ebediyettir, mutlak bir vuslattır.

Hac, bu mutlak vuslatın ince sırlarını içinde barındıran ebedîleşmenin bir provasıdır.

Hac süresince icrâ edilen bütün merasimler “ipuçları”dır, “işaret” ve “semboller”dir. Bir kişi secdenin anlamını kavramamışsa, sadece alnını yere koymuş olur! Hacc’ın özünü, ruhunu, hikmet ve önemini anlamayan kimse hediye dolu bir bavul ve boş bir zihinle ülkesine geri döner.

Hacc süresince; Tavafla, tevhid inancını bütün kâinata ilân edeceksin. Sa’y ile Hacer annemizin heyecanını yaşıyacaksın.

Hacer-i Esved’i, kulların ezelde Allah’a verdikleri kulluk sözünün bir mührü ve imzası olarak selâmlayacak, yeminini tazeleyecek ve O’na kul olma şerefini bir kez daha te’yîd edeceksin.

Tavâftan sonra Hacer-i Esved ile Kâbe’nin kapısı arasındaki duvara (Mültezeme) karın ve göğsü, elleri ve sağ yanağını bir müddet yapıştırarak bu şekilde bir vuslat neş’esini yaşayacak ve sonra Kâbe örtüsünden tutunarak duâ ve niyazda bulunacaksın, Kâbe’ye yapışan vücudun cehennemde yanmaması için niyazlarını Kâbenin Rabbine arz edeceksin.

Böylece bir büyüğe karşı suç işlemiş olan kişinin, onun eteğine sarılarak affını istemesini temsil etmiş olacaksın. Kulun, bu şekilde mânen ve mecâzen eteğine sarılarak af dilediği, yakınlık ve lûtuf talep ettiği Yüce Zât’tan başka sığınacağı, dayanacağı, yalvaracağı, kulluğunu arz edeceği kimsenin olmadığını samimâne ve ısrarlı bir yakarışla ilân etmiş olacaksın. Çünkü duâda ısrar etmek Mevlâ’nın murâdıdır. İşte bu sarılış ve yakarış o ısrarın bir gereği olacaktır.

Kâbe’den Arafat’a gitmekle Âdem babamızın inişini göstereceksin. Arafat’tan Mina’ya gitmekle insanın yaratılış gayesini, şeytânî tuzaklara meydan okumanın çabasını ortaya koyacak, en sevdiklerini Rabbına kayıtsız ve şartsız kurban edebilmenin şuuruna ereceksin.

Birinci ve ikinci Akabe bey’atlarında Hz. Peygamber (asm) ile Medineliler arasındaki görüşmenin gerçekleştiği yer olarak hatırlayacaksın.

Hz. İbrahim’in sahasına gireceksin Mina’da... O’nun gibi davranmak üzeresin. O, oğlu İsmail’i kurban etmek üzere getirmişti. Şimdi düşünmelisin, senin İsmail’in kim veya hangisi? Servetin mi, makam ve mansıbın mı, sarayların/villaların mı, evin mi, çiftliğin mi, araban mı, şan ve şerefin mi, sosyal statün mü, güzelliğin mi, gençliğin mi? Hangisi? İşte o kimse ve neyse, buraya kurban etmek için getirmelisin.

Seni hizmetten, mânevî cihaddan alıkoyan, sorumluluğu kabule yanaşmayan, nefse firavuniyet veren, fedakârlıktan alıkoyan, ebrârın dâvet çağrılarına kulak tıkatan, rahatın için bahaneler uyduran, seni kör ve sağır eden her neyse… İşte onu çekinmeden kurban etmelisin.

Bu fırsat bir daha eline geçmeyebilir!

O gül kokulu Medine’nin gül Peygamberine salât ve selâmlarımızı iletirken, yıllar önce makbuliyeti tasdik olmuş bir hizmetin hâdimi olduğunu unutma!

“…Medîne-i Münevverede dahi o derece makbul olmuş ki; Ravza-i Mutahharanın Makber-i Saadeti üstünde konulmuş. Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını, kabr-i Peygamberî (asm) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rızâ-i Muhammedî (asm) dairesine girmiş.” (Şuâlar)

Böylesine ulvî ve lâhûtî duyguları yaşayan hacı kardeşlerimize ne mutlu.

Annelerinden doğmuş gibi pâk ve arınmış olarak dönmeleri ve bizleri de duâlarına dahil etmeleri niyazıyla…

İSMAİL AKSOY

25.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır