"Gerçekten" haber verir 29 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Selim GÜNDÜZALP

Güneş soğuk, sen sıcaksın



nnem yazın sıcaktan bunalan komşulara, “Şükredin, boşuna şikâyet etmeyin; üç ay sonra nasıl olsa para verip ısınacağız, kıymetini bilin, bugünleri çok arayacağız,” derdi. Sözü gerçekleşti, güneş aynı güneş ama ısıtmıyor artık, sadece aydınlatıyor.

Birbirinden güzel hikmetli sözleri ve öyküleriyle, kalbimizi fetheden, bilgi ve görgü ufkumuzu zenginleştiren Sadi-i Şirazî der ki: “Güzeli dedem de sever, mühim olan eğri büğrü deveyi sevmek.” Doğru ve güzel söze ne denir, maşallah, bârekallah.

Gönüller, güzeli hemencecik sevmekte. Bu sevgiyi yaratana hemen meyletmekte. Sevginin de zaten özünde bu İlâhî sır yok mu?

Rabbim, Rahman olan Rabb-i Rahîmim, kıl kadar şaşırtmasın. Aşkın taşkın hallerinden muhafaza eylesin. Sevgimizi gerçeğe yönlendirsin, sevilmeyi hak edenleri hakkıyla sevmekte kullandırsın. Gönül hoşluğu, zihin açıklığı ve kalp uyanıklığı nasip eylesin. İçimizi viraneye, harabeye döndürmesin. Ruhumuza dirlik ve düzenlik, kalbimize ebedî bir esenlik bahşeylesin. Âmin.

Dünyayı seviyoruz, Rabbimizi bize bildiren ve sevdiren güzel eserleriyle dolu olduğu için. Gayemizi, görevimizi burada bildik, burada öğrendik onun için. Önderimiz, Sevgili Peygamberimiz (asm) sayesinde… Onu da (asm) çok seviyoruz, getirdiği prensipler, uyguladığı örneklerle eskimeyen bir eğitim rehberimiz ve öğretmenimiz olduğu için; bir devre, bir döneme değil, her asra, her insana kucak açtığı için… Nasıl sevilmez ki? Bir küçük iyiliğe sebep olana, bir yol gösterene teşekkür ediyoruz. Bir değil, bin değil, sayısız iyiliği, güzelliği bizim için Rabbimizden isteyen, el açıp duâ eden, geceler boyu namazlarla, niyazlarla dileyen bu Sevgili Resûl nasıl sevilmez ki?

Çağları aşıp da Onun (asm) ders halkasına misafir olmak, Onun (asm) ümmetinden birisi, Onun (asm) öğrencisi olmak ne büyük bir şeref, ne büyük bir nimet. Ondan önce gelmiş yüzyirmidörtbin peygamber, onca öğretmen arasından Onun (asm) sınıfına düşmek, dersini, sohbetini, sözlerini dinlemek ne büyük bir lütuf. Alnımız secdeden kalkmasa, dilimiz şükürden geri durmasa, yine de ödeyemeyiz borcumuzu.

Rabbim, bilme nedir bilmeden, görme nedir görmeden, seçme, isteme, dileme nedir, hiçbir şeyi bilmeden bizleri Ona (asm) ümmet eylemiş. Ders halkasına katmış, öğrenci etmiş, mü’min olmak payesini bahşeylemiş, hamdenlillah. Ne büyük bir ikram, ne büyük bir şeref. Sonsuza kadar Rabbimize hamdolsun. Sonsuza kadar Sevgili Peygamberimize salâtü selâm olsun.

Gönlü kâinat kadar geniş olanın kucağına doğru kim koşmaz ki? Kelebekler nasıl ışığa doğru atılırsa, insanlık da Ona (asm) doğru bir akışta, bir atılışta; o nura doğru heyecanla koşuşta. Neden? O canlı bir güneş… O sıcak, sımsıcak çağırıyor, lisân-ı hâliyle ve kaliyle. Necip Fazıl şiirinin bir yerinde buna işaret ediyor sanki:

“Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz,

Güneşe göç var da kalan biz miyiz?”

Güneşin bile ısıtmadığı mevsim var ama, Onun (asm) yok. O her mevsim sıcak. Her dem yakın da ondan. Yakınlığı duâsıyla kabul buldu Yaradandan… Seven ve arayan gönüllere uzak kalmadı hiçbir zaman. O öyle bir güneşti, bulutların perdeleyemediği, gölgeleyemediği bir güneşti.

Ey canlı güneş! Isıt bizi, aydınlat içimizi. Muhtacız sana ve yakınlığına. Sevgili Peygamberimiz (asm), biricik güneşimiz. Seven insandı. Yaratılmış olan her şeyi severdi. Hele de çocukları, “cennet çiçekleri” dediği çocukları çok severdi. Bize Rabbimizin bu en büyük emanetlerini.

Sevgiyi Rabbinden öğrenmişti. Ondandı bu incelik, bu zarafet, bu güzellik. Onda (asm) ne varsa Allah’tandı. Yüce Yaratanımızdandı. Rabbimiz Onu (asm) severek eğitmişti.

Bütün insanlığa rehber, kılavuz olsun diye göndermişti. Üşüyenleri ısıtmak için, karanlıkta kalanları aydınlatmak için canlı bir güneşti, bir nurdu o (asm).

Sen güneşten daha sıcaksın. Daha sıcaksın ama yakmıyorsun yâ Resûlallah. Yüzlerce kitap, binlerce yazı şimdi seni anlatıyor. Diller kalemler bir noktada birleşiyor. Sevgin gibi şefkatin de eşsiz.

Eğitimin temeli sevmekti ve sen kim bilir kaç defa “Vallahi seviyorum” diye o mübarek kelimeleri söyledin, söylüyordun çocuklara karşı. Kim bilir kaç defa?

Rabbim sevince, sen de sevdin. Biz de senin sayende sevindik. Kararan gecelere bir güneş oldun; doğdun diye.

Sen güneşten de sıcaksın.

Gece yok, bazen gündüz bile kaç kez kaybolup gizleniyor bir bulutun arkasına o nazlı gök nazdarı, nazenin güneş… Ama sen kalbi olana, sevene, duyana ayan beyansın.

Sevgi güneşimiz, şefkat ve merhamet güneşimiz! Bu dünya neler gördü, neler duydu. Nice eğitim metotları uygulandı. Ama hiçbirinin etkisi seninki kadar ruhta kalıcı olmadı. Ne yaktın, ne üşüttün. Ey canlı güneşimiz! Işığınla ısıttın hep içimizi, sevgin ışık oldu yüreğimize. Yalnızlık günlerimizde elimizden tuttun. Okul oldun okuttun. Tek tek dağı, deveyi, ayı, güneşi, sevmeyi, ölmeyi, dünyaya gelmeyi, arıyı, peteği, karıncayı, sayamam ki, daha niceyi ders verdin okuttun. Öğrettin, bellettin. İnce bir duyarlılıkla kalbimize işledin, nakış nakış imanı, sevgili Yaratanımızın adını.

Her asır sıra sıra ders alıyor senden. Sen olmasaydın biz olmayacaktık, bugün belki yaşıyor da olmayacaktık. Bu kâinat da olmayacaktı belki de. Ne ki güzel, ne ki harika, yaratılışın, gönderilişin sayesinde bildik öğrendik. Tarık bin Ziyad olamadık, gemileri yakamadık. Ardımız sıra gelen gölgeleri daha kovamadık, lâyıkıyla el açıp daha yalvaramadık Mevlâ’dan, ama bir ümit var, sönmedi. Hâlâ semamızda parlıyor o ışık, o iman nuru. Biraz ölgün ve solgun da olsa. Aynanın soğukluğunu, güneşin bir küçük yansıması, tecellisi alır bir gün. Ulaşır ışığın ey canlı güneş.

Kimi mahrum bırakmışsın ki ışığından. En siyah aynalar bile pırıl pırıl parlar olmuş sayende. Ayna aynaysa eğer, direnemez güneşe, direnemez sana. Ey canlı güneşimiz! Hayat güneşimiz! Ne kadar da muhtacız sesine, sedana…

Senden bir söz duyalım da yürek hoplamasın. Odamıza bir nur dolmasın, içimiz aydınlanmasın mümkün mü? Senden bir söz işitelim de hayatımız değişmesin. Göz pınarlarımız çağlamasın ne mümkün?

Öğretmenler Günü kutlanırken de hemen aklımıza düştün. Kim kime ne öğretebilirdi ki, Rabbim şu dünyayı senin hürmetine yaratmasaydı. Karanlıkları dağıtıp kaldırmasaydı. Ey canlı güneşimiz! Eşyanın hakikatini seninle, Kur’ân’ıyla bize yollamasaydı; yolumuzu aydınlatmasaydı kim bilebilirdi? Bak hakkın gizleniyor üzerimizde diye titreyen yürekler, çekinen hassas kalpler var. Senin cennet çiçeklerine, emanetine sahip çıkacak öğretmenler var. Alınları ak, kalpleri pak. Pırıl pırıl rehberler var. Işığını senden alan ideal insanlar var. Ne değişirse değişsin, senin kalplere vurduğun cilâ, asırlardır pırıl pırıl parlıyor. İlâhî bir boya, Rahmanî bir nur bu.

Ey canlı güneşimiz! Kesildi sesler, tutuldu nefesler, bazen ardı ardına geliyor karanlık geceler. Bitiriyor, kemiriyor içimizi. Yine doğ, yine aydınlat dünyamızı…

Sensiz olmuyor, sensiz yaşanmıyor...

Güneşsiz bir hayat, ölü bir hayat. Can suyumuzsun, kana kana içir bizi. Çık da görelim o mübarek yüzünü, semamızı şenlendir. Güneş bile hazırolda, selâm durmaya hazır. Güneşler güneşi sevgili. Sensiz hayat elem. Ey canımız, ey yârımız! Sensiz her şey elem bize ey yârımız, yârânımız, ve dahi yarınımız. Özledik, bitsin bu hasret ne olur? Doğ bir kere daha ömrümüze ne olur ısıt, ışığında yıkanalım son bir kere daha.

Doğ benim ömrüme, doğ da güneş gibi aşkımı, tazele gel… Sevgimi, inancımı tazele gel, ey canlı güneşimiz.

Her dem doğmaya var mıyız dostlar?

Bu dem, son dem olabilir. Bir fırsat daha elde varken, yüzümüzü ona (asm) doğru tutmaya var mısınız dostlar. Yüzümüzü Hakka döndürmeye, güneşe yürümeye var mısınız?

Karanlık gecenin içinde nice nurlar, nice güneşler var. Gözlerin görmediği güneşler var. Sen öyle bir güneşsin ki, ısıtan ama yakmayan. Gündüz gelip, gece giden güneşlerden değilsin.

En son gelen ama hiç gitmeyensin.

Ey hiç batmayan güneşimiz! Güneş bile sönük kalır senin ışığının yanında. Ayın nuru, güneşin ışığı da senden. Ey nur, ışık üstü nur. Yakmayan güneş. Güneş bile mum kalır ışığının yanında… Güneş soğuk, sen sıcaksın.

Daha ne kadar saklanacaksın. Işığınla yak, aydınlat… Kıt’aları, kalpleri, öğretmenleri, öğrencileri. Cennet çiçeklerin, emanetlerin de seni bekliyor. Özledik yâ Resûlallah, hasret bitsin. Bekliyoruz yıllardır. Biz seni böyle özlüyor, böyle bekliyoruz, yıllardır, asırlardır. Gel artık ey Nebi, ey sevgili Resul. Gözlerimiz yollarda, bekliyoruz, gözü yaşlı, diller salâvatlı. Esselâtü vesselâmu aleyke yâ Resûlallah… Görenler gördü o mübarek yüzünü, duyanlar duydu sesini. Bizim de hakkımız, lütfet, biz de görelim, biz de duyalım…

Son söz:

Rahmetle andığım bağrı yanık insan, bir Allah ve Resulûllah aşığı olan Dr. Haluk Nurbaki’den dinlediğim bir Asr-ı Saadet hatırasıyla bitirelim yazımızı. Hem ona, hem bütün dostlara binler rahmet duâsıyla.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm), Kur’ân nurunu insanlığa hediye ettiği ilk yıllarda, müşrikler tarafından tahammül edilmez hakaretlere mâruz bırakılıyor, hor görülüyor ve hatta Taif’te olduğu gibi insafsızca taşlanıyordu.

O sıralarda yirmi iki yaşında olan Hz. Zeyd, Onu (asm) muhafaza eden melâike ordusunu bile kıskanıyor ve kendisi gibi genç olan diğer sahabeler tarafından Onun (asm) etrafında oluşturulan koruyucu etten duvarın en önünde yer alıyordu.

Hz. Zeyd, güneşin ortalığı âdeta kavurduğu bir günde, Peygamberimizin (asm) alnında parıldayan ter damlacıklarını gördü. Her bir damla, Zeyd’in kalbine bir hançer gibi saplanmıştı. Dayanamadı, başını öfkeyle yukarı kaldırarak güneşe çevirdi ve hiç kımıldamadan ona bakmaya başladı.

Efendimiz, bir şeyler olduğunu hissetmişti. Hemen Zeyd’e döndü ve kolunu tutarak:

“Zeyd,” dedi. “Ne yapıyorsun? Güneşi söndüreceksin...”

Zeyd, bakışlarını yere çevirdi. Peygamberden yansıyan bir nur, güneşi ona muhatap etti.

Güneş:

“Yâ Zeyd,” diyordu. “Ben Efendimizi incitmek ister miyim hiç? Sadece Ona daha yakın olmayı arzu etmiştim.”

İman ve sevgi sırrındaki bu akıl almaz hikmet, Mekke sokaklarından bir sevda bestesi gibi bütün âlemlere yansıdı ve onu sevenlerin gönlüne ulaştı.

Zeyd’den bütün gençlere bir mesajdı bu.

“Onu benim gibi sevmelisiniz” diyordu.

...

Not: Değerli kardeşlerimizin Öğretmenler Gününü yürekten kutluyor, bu kudsî görevlerinde başarılar diliyoruz. Cennet çiçeklerimiz sizlere emanet...

Sevgili Afancanlarımıza da en kalbi duâ ve sevgilerimle...

29.11.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (22.11.2008) - Bak, şimdi daha güzelsin!

  (15.11.2008) - Sessizlikte gizli binbir güzellik

  (08.11.2008) - Gül tutan eller, gül kokar

  (01.11.2008) - Mutluluk tabloları

  (25.10.2008) - Allah var, keder yok!

  (18.10.2008) - Sevgi herşeydir

  (11.10.2008) - Gönlüm orada kaldı!

  (04.10.2008) - Bizim bayramlarımız vardı!

  (20.09.2008) - Hayat üç gündür

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır