ABD Dışişleri Bakanlığı, CIA ve Millî İstihbarat Konseyinin yaklaşık sekiz yıl önce 2001 başında yayınladığı “Global Trends-2015” raporunda, Türkiye’deki her gelişmenin küresel gelişmeler üzerinde doğrudan etkili olacağı ifade edilerek, on beş sene içerisinde bizi meşgul edecek konular şöyle sıralanmıştı:
Kimlik tartışmaları, etnik yapı, dinin devlet içindeki rolü (laiklik), sivil toplumun ilerlemesi.
Raporda, bu konuların AB süreciyle irtibatı, “Türkiye’nin AB üyeliğine giden yolu uzun ve zorlu olacak. AB üyesi ülkeler Türkiye’nin sadece ekonomik performansını değil, bu zorlu konularla nasıl baş edeceğini de değerlendirecekler” (Hürriyet, 7.3.01) cümlesiyle kurulmuştu.
(Konuyla ilgili “Türkiye-2015 başlıklı yazımız için bkz. 13.3.01 tarihli Yeni Asya ve ve “AB Sürecinde Değişen Türkiye” kitabımız, s. 91-3)
Şimdi 2008’in son günlerindeyiz. 2015’e erişmemize daha altı yıl var. 2001’deki raporda belirtilen kimlik, etnik yapı, dinin devlet içindeki rolü, laiklik ve sivil toplum tartışmaları ise yoğunlaşarak sürüyor, ancak neticelenmiş değil.
Bu arada, geçtiğimiz günlerde aynı çerçevede bir rapor daha yayınlandı: Global Trends-2025.
Yeni raporda, “Türkiye jeostratejik konumu, güçlenen orta sınıfı ve artan büyümesiyle dünyada ve Ortadoğu’da 2025’te daha büyük rol oynayacak” denilirken, on beş yılda izleyeceğimiz yolun, en güçlü ihtimalle, İslâmî ve milliyetçi eğilimlerin bileşimi olacağı öne sürülüyor.
Hem Türkiye, hem Ortadoğu’daki komşularımız açısından yapılan olumlu ortak tesbit şu:
“İslâmîleşme artacak. Ekonomi gelişecek.”
İşte bu noktada Türkiye’den “model üretme” alışkanlığının bu raporda da nüksettiğini; öngörülen bileşimin Ortadoğu’da hızla gelişen ülkelere model oluşturacağı ve Batı modelinin ayrılmaz parçası olan laikliğin gündemden düşeceği kehanetinde bulunulduğunu görüyoruz.
Milliyetçiliğin öne çıktığı bir Türkiye’nin Ortadoğu’ya model olması ile, geçen asırda sahneye konulan ve tahribatı hâlâ giderilemeyen Arap-Türk fitnesi yine hortlatılmak mı isteniyor?
Türk ve Arap milliyetçiliklerini tekrar fişekleyip Türklerle Arapları yine karşı karşıya getirmek suretiyle Türkiye ve Ortadoğu’da İslâmın öne çıkması nötralize edilmeye mi çalışılacak?
Raporda Türkiye’nin Irak’taki gelişmelerden etkileneceği öngörülürken, bu ülke için “Geleceği parlak değil, Mezhepler, aşiretler ve etnik gruplar arasında çatışmalar, rakip grupların dışarıdan yardım bulma arayışları sürer” ifadelerinin kullanılması da bu bağlamda dikkat çekici.
Keza Türkiye’nin daha fazla asker gönderme tazyikine muhatap kılındığı Afganistan için “İstikrar gözükmüyor” denilmesi de gayet anlamlı.
Raporda AB sürecimizin geleceğiyle ilgili olarak kullanılan ifadeler de sıkıntılı. 2025’e kadar Ukrayna ile beraber AB’ye alınmamız “belki”li bir ihtimal olarak nitelenirken, “Türkiye’nin üyelik şansına ilişkin artan kuşkular, siyaset ve insan hakları reformlarının yavaşlamasına muhtemelen yol açabilir” denilmek suretiyle, hem demokratikleşme, hem de AB üyesi olma ümitlerimize gölge düşürülmek mi isteniyor?
Aslında bu çeşit raporları, bizim güçlü ve zayıf taraflarımızı önümüze koyan aynalar olarak da görüp, ona göre stratejiler üretmemiz lâzım.
Söz gelişi, milliyetçilikle karıştırılmış bir İslâmîleşmenin, aynı zamanda siyasîleştirilerek önümüzü kesip hem demokratikleşmemize set çekecek, hem de Araplarla bizi karşı karşıya getirecek bir etken olarak kullanılmasını istemiyorsak, İslâmîleşmeyi milliyetçi yaklaşımlardan da, siyasetten de uzak bir zemine oturtmalıyız.
Hâlâ herkesin içine sinecek bir mutabakata bağlayamadığımız kimlik, etnik yapı, laiklik tartışmalarının sağlıklı bir sonuca ulaştırılması da bu temel meseleyle çok yakından ilgili bir konu.
Bu kritik süreçte takip edilecek isabetli yolun parametreleri ise Risale-i Nur’daki ölçülerde...
28.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|