|
|
Hadis-i Şerif Meâli
Duâların en hayırlısı Arefe gününde yapılandır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz de şudur: “Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.”
Câmiü's-Sağîr, No: 2095
|
07.12.2008
|
|
Hacıların Arafat’ta Allahu ekber demeleri
[Bu makam yazıldığı zaman Kurban Bayramı
geldi]
Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber’lerle nev-î beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semâvâttaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat’ta ve iydde beraber birden Allahu ekber demeleri, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nev'î aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-Âlemîn azamet-i unvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim. Sonra, acaba bu kelâm-ı kudsînin bizim meselemizle dahi münasebeti var mı diye tahattur ettim. Birden hatıra geldi ki:
Başta bu kelâm olarak sâir bâkiyat, salihât ünvanını taşıyan Sübhanallah, ve’l-hamdü lillâh ve Lâ ilâhe illâllah gibi şêairden çok kelâmlar cüz’î ve küllî, meselemizi ihtar ve tahakkukuna işaret ederler.
Meselâ; Allahu ekber’in bir vech-i mânâsı Cenâb-ı Hakkın kudreti ve ilmi her şeyin fevkinde büyüktür; hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki her şeyden daha büyüktür ki, “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir” (Lokman Sûresi: 28.) âyetinin sarahat-i kat’iyesiyle, nev-î beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mânâ itibariyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksatlara karşı, herkes “Allah büyüktür, Allah büyüktür” der, kendine tesellî ve kuvvet ve nokta-i istinat yapar.
Evet, nasıl ki Dokuzuncu Söz’de, bu kelime iki arkadaşıyla bütün ibâdâtın fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrar ile namazın mânâsını takviye için Sübhânallah, Elhamdülillâh, Allahu ekber üç muazzam hakikatlere ve insanın kâinatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran ve medar-ı azamet ve kibriyâ, acip ve güzel ve büyük, pek çok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş’et eden suallerine pek kuvvetli cevap verdiği gibi, On Altıncı Sözün âhirinde izah edilen şu: Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzur-u padişaha girer; sair vakitte, zabitinin makamıyla onu tanır. Aynen öyle de, her adam hacda bir derece velîler gibi Cenâb-ı Hakkı Rabbû’l-Arz ve Rabbû’l-âlemîn ünvanı ile tanımaya başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istilâ eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine Allahu ekber tekrarıyla umumuna cevap verdiği misilli, On Üçüncü Lem’anın âhirinde izahı bulunan ki, şeytanların en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat’î veren yine Allahu ekber olduğu gibi, bizim âhiret hakkındaki suâlimize de kısa fakat kuvvetli cevap verdiği misilli, Elhamdülillâh cümlesi dahi haşri ihtar edip ister.
uâlar, 11. Şuâ, 8. Mesele, s. 209-210
iyd: bayram.
âl: aile, soy.
aks-i sadâ: ses yankılanması.
nev-î beşer: insanoğlu.
küre-i arz: dünya.
seyyarat: gezegenler.
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın terbiye ediciliği.
Rabbü’l-Arz: Yerin Rabbi.
Rabbü’l-Âlemîn: Âlemlerin Rabbi.
|
07.12.2008
|
|
İhanet psikolojisi ve ene ilişkisi
Günümüzde, bazı ihanet şebekelerinin ağzında, ehl-i hamiyetin kullandığı sözler gezmektedir. İhanet içerisindeki insanlar, ihanetlerini yaparken bile, ihanetlerini meşrû bir zemine oturtma çabası içerisindeler.
Yani Amerika Irak’ı bombalarken dünya kamuoyuna, ‘Benim bu ülkenin zengin petrol kaynaklarında gözüm var’ diyerek yapmıyor. Hatta herkesin kabulü olan ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’na vurgu yaparak adım atmaktadır.
Vatan için, millet için, cemiyetin selâmeti için gibi söylemlerin, ehl-i hiyanet ağzında dolaşması, enaniyetlerinden kaynaklanmaktadır. Onlar, sadece kendini düşünen; hedefi, sadece menfaati olan; himmeti, nefsî istekleri ve arzularını tatmin olan, enaniyetli insanlardır.
Otuzuncu Söz, ‘Ene’ bahsinde şöyle bir cümle geçmektedir: “İnsan, bütün letaifiyle adeta ene olur. Sonra nev’în enaniyeti ve bir asabiyet-i nev’îye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip, o ene, enaniyet-i nev’îyeye isnat ederek, şeytan gibi Sani-i Zülcelâl’in evamirine karşı mübareze eder.”
Bu satırları okurken, enaniyetli insanların öyle bencil olmadıkları gibi bir çağrışım da akla geliyor. Çünkü soyu ile, ırkı ile, ailesi ile, tuttuğu takım ile övünen o kadar insan var ki, insanın, ‘Demek ki bencil değiller’ diyesi geliyor.
Görünüşe bakılırsa, tuttuğu takım için, kazandığı paraları dökmekten çekinmeyen, gırtlağı parçalanıncaya kadar bağırarak maçlara giden fanatikler; ‘ailem için’ diyerek haram helâl demeksizin çalan çırpan aile reisleri; milletim için, ulusal çıkarlarımızın gereği diyerek, gözünü kırpmadan adam öldüren, çeteleşen, her türlü düzenbazlığı meşrû gören, hatta süslü sözlerin ardına sığınan sözde vatanperverler, ırkının üstünlüğü için dağlara taşlara ‘Türküm, mutluyum’ cümleleri kazıyan, yine ‘muhtaç olduğu kudreti damarlarındaki kanın asilliğinde bulan’ gibi, küfrü işmam eden sözleri küçük, büyük beyinlere kazıyanlar, sözümona vatanını, milletini, ulusunu düşünen insanlardır....
Görünüşte böyle. Fakat işin aslı hiç de öyle değildir.
Çünkü biz biliyoruz ki, enaniyetli insanlar sadece nefsini severler. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmez, her şeyi nefsine feda ederler.
O halde hem enaniyetli, hem vatanperver, milletperver olmak nasıl beraber bulunabilir? İşte bu sorunun cevabını yine Risâle-i Nur satırlarında 12. Söz’de buluyoruz.
Felsefe talebesiyle Kur’ân talebesinin mukayesesinden bahseden bu Söz’de, felsefesinin talebelerinden şöyle bahsedilir: “Gaye-i himmeti, menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas hodgâmdır.”
Yani şeytânî vasıflarla kirlenmiş olan bu insanlar, aslında vatan, millet adı altında kendi menfaatlerini tatmine çalışan, canavarlar hükmündedirler. Nefsinin ve heveslerinin tatmini yolunda hamiyet ve fedakârlık maskesini takarak illegal örgütler oluşturan bu insanlar, bu yaklaşımlarıyla çok safdilleri de kandırmaktadırlar.
Bugünkü, Ergenekon gibi bir terör örgütünün birinci, ikinci, üçüncü adamları, eğer, ‘Kendi çıkarım için bunları yapıyorum’ deseydiler, örgütleşemezdi.
İşte kendi menfaatlerini maskeleyen bu insanlar, ülke yararına, millet adına felsefesiyle nice zulümler yapmışlardır. Nitekim bu felsefenin temelleri Osmanlı’nın sonu ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki İttihat ve Terakkî zihniyetine kadar gitmektedir.
Otuzuncu Söz, Ene bahsinde bu mesele şu şekilde izah edilmektedir: “Evet, nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir…”
İnsanlık tarihi, bir ejderha gibi şişen eneleriyle memleketleri, milletleri hatta dünyayı karıştıran insanlarla doludur.
Şecere-i zakkumun meyveleri olan insanların, bu felsefeleriyle kurdukları örgütler tarlası haline gelen Türkiye’de, bu problemleri halletmek için temelden bir çözüm bulmak gerekir.
Önce, enelerin hüveye, oradan da nahnüye dönüşmesi, aranan birinci şarttır. Yani insanın gerçek insan olabilmesi için, önce enenin mahiyetini anlayarak, kulluk sırrına ulaşması, sonra da, vicdanını kemale ulaştırıp, mahlûkat kardeşliğini idrak etmesi gerekir.
Aksi halde, adalet külâhını başına geçiren zalimlerin ve hamiyet libasını giyen hainlerin köküne ne çürük adalet, ne siyasî irade, ne güç-kuvvet, ne de damarlardaki asil kan çözüm olacaktır.
Netice itibariyle, insanda Yaratıcıya olan kulluk gelişmeden, yaratılmışlara olan hukuk gelişmeyecektir. İnsanlık, ancak hakikî kulluğu idrak ettiğinde, hakikî adaleti sergileyebilecek ve hiçbir mahlûka karşı zulüm yapmayacaktır.
|
YASEMİN YAŞAR
07.12.2008
|
|
Halim-selim insan Rasih Bayhan
Gençlik yıllarımızda Ankara’da bulunurken, cemaatimizle irtibatı olan kimselerle görüşüp, ziyaretlerinde bulunuyorduk.
Muhabbet, uhuvvet, irtibat bizim şiârımız olduğundan, her zaman olduğu gibi severek yapıyorduk bu işi. İnsan mesleğini severek yapmaz mı? Muhabbet fedailiği bizim işimiz ya. İşte biz de bu hallerde, münasebetlerimizi sürdürüyorduk.
Rasih Bayhan Ağabeyle de, bu vesileyle tanışmıştık. Kendisi Üstad Hazretlerinin Demokrat Nur talebelerinden Tahsin Tola Ağabeyin damadıydı. İnşaat mühendisiydi ve 70’li yıllarda İller Bankasının 5. Bölge müdürlüğünü yapmıştı. O yıllarda birçok ağabeyimizi yanına almış, beraber çalışmışlardı. Daha çok Lütfi Taşçı ile beraber ziyaretine giderdik. Bizi severdi, muhabbeti hoştu. Tabiî biz de onu severdik. Hatta hiç unutmam, anarşinin dorukta olduğu o yıllarda, mahallelerin; ülkücülerin, komünistlerin arasında “kurtarılmış bölge” diye paylaşıldığı günlerde, iki taraf da bilerek birbirinin mahallesine geçmezdi, ama Allah’a şükür bizler hizmet için her tarafa giderdik. Lütfi Taşçı kardeşle yolda sohbet ede ede yine bir gün Dışkapı’da bulunan Kurtdereli sokaktaki dershanemize gidiyorduk. Tam o esnada bir baktık, karşıdan biri geliyor, ikimiz de Rasih Ağabeye benzettik (o da dershaneye geliyor her halde dedik) ve yaklaşınca aynı anda “Rasih Ağabeeey” dedik. O da “Ooo ne yapıyorsunuz?” dedi, hemen bize sarıldı, ama Rasih Ağabey değildi, yüz yüze gelince anlamıştık. Belki o da tanımadığı kimseler olduğumuzu anlamıştı ama ses çıkaramamıştı. Biraz da anarşistlerin korkusundan, bizim de genç olmamız, o gruplardanız zannıyla olmuştu galiba. Biz de tabiî bozuntuya vermedik. Birbirimize hal hatır da sorduk ve ayrıldık. Adam uzaklaştıktan sonra, Lütfi ile birbirimize bakıp, gülüşmeye başladık. Sonradan Rasih Ağabeye anlatınca o da gülmüştü.
Oğulları Kâmil ve Mehmed kardeşlerimizle görüşürdük, sohbetlere giderdik. Hanımı ve kızı da hanımlar sohbetinin müdavimleriydi. Küçük kız kardeşimi, hanımlar dershanesine genellikle ben götürdüğümden, karşılaşırdık bazen orada. Çok muhterem ve halim-selim bir ağabeyimizdi Rasih Ağabey. Allah makamını cennet eylesin İnşaallah.
|
OSMAN ZENGİN
07.12.2008
|
|
Bayrama uyanır
Yeni bir güne farklı gülümser güneş gözlerini kamaştırarak,
Sabahımız bayrama uyanır.
Tabiat şevkle vazifesini idame ettirir,
Yeryüzü bütün renkleriyle bayrama uyanır.
Bir yolculuk başlar semâda sürur ile,
Gökyüzü mavi olma ferahlığında bayrama uyanır.
Denizler kucaklarını açar, köpüklü dalgalarıyla bütün varlıklara,
Sahiller ışıltıyla bayrama uyanır.
Eşsiz yaratılan beşer neşeyle, cıvı cıvıl sokakları gökkuşağına boyar
Şükürler, yakınlaşmalar, gülücükler bayrama uyanır.
Camilere beş vakit gidemeseler de insanlar
Akın akın bugün, doldururlar camileri.
Camiler kalabalıklığıyla bayrama uyanır.
Müezzinler daha bir coşkuyla okuyor ezan-ı Muhammedîyi,
Ezanlar Bilâl-i Habeşî tadında bayrama uyanır.
Bütün acılarına, ıztıraplarına rağmen bugün,
Hastalar sıhhatle bayrama uyanır.
Kabir ehli, duây-ı hasenelerle karşılar geleni,
Ziyaretler, duâlar bayrama uyanır.
Kutsal topraklar Mekke, Medine en güzel kokusuyla bayrama uyanır.
Ravza-i Mutahhara ziyaretçilerini ağırlayarak bayrama uyanır.
Kurbanlıklar bilmeseler de beşere vesîletun hasene olduklarını,
Kurbanlıklar tekbirlerle bayrama uyanır.
Gün tesbih taneleri gibi dakikaları çekerek yakamoza ulaşır,
Zaman bayrama uyanır.
Yıldızlarla yaldızlanır sema,
Gece bayrama uyanır.
Hatırlanmalar, paylaşmalar, umutlar, vuslatlar, heyecanlar, mevsimler, kalpler, şehirler bayrama uyanır...
Hayat bütün lezzetiyle bayrama uyanır.
Tekbirler "Tek bir" olana
Kurban Bayramımız Kutlu Olsun...
|
ARZU KONAN
07.12.2008
|
|
Bayramlar bayram olsun
Bugün aziz arefe,
Yarın da kutlu bayram,
İkrâm-ı İlâhiye,
Ehl-i gök hayran.
Bir amele bol ihsân,
Tekbîr, tehlîl, bin ihlâs,
Allah katında makbûl,
Oruç, salâvât, namaz.
Arafat’ta duruldu,
Hep beraber vakfeye,
Islak, ıslak duâlar,
Karıştı âminlere.
Kurbân ile mukarreb,
Olundu Yüce Rabbe,
Hediyeleşmek ile,
Girildi kalpten kalbe.
Bayram böyle kutlu gün,
Kucaklaştı kardeşler,
Ta’zîm ana-babaya,
Ummân oldu sevinçler.
Dargınlar hep barıştı,
Barış geldi cihana,
Kavga ki hiç yakışmaz,
Âlicenap insana.
Garibanı gör gözet,
Bırakma tek başına,
Okşa yetim başını,
Sil gözünden yaşını.
Akrabanı ara sor,
Vesile kıl bayramı,
Çoluk çocuk tanısın,
Ebâ-i ecdadını.
Gelin ey ehl-i İslâm,
Bu savaşlar son bulsun,
Kardeş kardeşi sevsin,
Bayramlar bayram olsun.
|
EYÜP OTMAN
07.12.2008
|
|
|
|