Avrupa’da bu yıl Kurban Bayramımız, Hıristiyanların “mübarek” bir gününe denk geliyor. Bayramın birinci günü Avrupa’da dinî tatil olduğu için, çalışan Müslümanların ayrıca izin istemelerine gerek kalmıyor.
Burada böyle de, acaba Türkiye’de havalar nasıl?
Her sene, Kurban Bayramı yaklaşırken, bayramlık huzuru bozmaya, ağız tadını kaçırmaya hevesli çevrelerce “kurban”a endeksli tartışmalar gündeme atılır. Ne gariptir ki, bu gibi tartışmalar, irdelemeler, insanımızı asıl mânâdan uzaklaştırmaya (istisnalar hariç) mâtuf iken, daha da yaklaştırır. Medyamızın da bir güzel teşne olduğu bu “yüzeysel” tartışmalarla; deri, boynuz, kulak, et derken bayrama gireriz de, o güzelim havayı doyasıya solukladıktan sonra, asıl mânâyı idrak etmeye başlarız.
Ve işte o zaman, bu günleri bize ihsan eden Ezelî ve Ebedî Sultanımıza kurban olasımız gelir. Değil sadece hayvanlarımızı, kendimizi bile kurban etmeye hazır hissettiğimiz Onun o sonsuz kudreti ve azameti karşısında “Allahu ekber, Allahu ekber” diyerek kendimizi teskin ederiz. “Allahu ekber”lerin bahşettiği sükûnet içinde anlarız ki, kestiğimiz kurbanlar, kendi yerimize kabule yükselmiş kurbanlardır. Bu bayram da, bir bakıma onun bayramıdır. Kendimizin, yani insanın, yani Hz. İsmail’in (a.s.), Allah’ın keremiyle kurbanlıktan azledilerek, yerine bir koçun kurbanlığının, hem de Hz. İsmail’in (as) yerine kabul edilişinin bayramıdır.
Ey kurban olduğum Allah!
Sana olan şükür ve kulluk borcumuzu nasıl eda edebiliriz ki... Sen, en güzel sûrette yarattığın insanı, kurbanlık koyun gibi bıçak altına yatırılmaktan kurtarmış; o mânayı, zaten yeme ihtiyacı için her gün dünyada milyonlarca yerde, yere yatırılıp kesilen hayvanlara yüklemişsin.
Gerçi insanı kurban etme geleneği, hiçbir zaman hak ve hakikat yolunda, Peygamberler silsilesinde görülmemiştir. Enaniyet ve felsefenin empozesiyle haktan sapan güruhun, Nemrutların ve Firavunların kirli elleriyle uygulama alanı bulmuştur. Hak yolundan ve Peygamber tebliğinden mahrum kalanlar ya da onlara kulak tıkayanlar; insanüstü ve tabiatüstü olarak tasarladıkları güçlere ve onları temsil eden putlara hoş görünmek için kurban törenleri yapmışlardır. Sadece insan ve hayvan kesmek yoluyla değil, çeşitli sungular sunmak yoluyla da icra etmişlerdir. Hatta ilk doğan çocukların henüz yedi-sekiz günlük iken, daha bol ürün versin diye putlara kurban edildiğini bile “pürşer-beşer” tarihi kaydeder.
“Onların, Allah’a yaklaşmak için Ondan başka ilâh edindikleri şeyler kendilerine yardım etselerdi ya! Fakat o ilâhları kaybolup gittiler...” (Ahkaf Sûresi: 28.)
Aslında ilk insan Âdem babamızdan beri hak ve bâtıl olarak uzanıp gelen iki silsilenin her ikisinde de, kurban hâdisesi uygulanagelmiştir.
Kabil’in kabul görmeyen kurbanı, bâtıl kurbanların âdeta çekirdeği olmuş, beşeriyet tarihinde Allah adına kesilmeyen, hatta Ona isyan mânasını taşıyan kurbanlar, sanki Kabil’in reddedilen kurbanından türemiştir. Habil’ in Cenâb-ı Hak tarafından kabul edilen kurbanı ise, günümüze kadar Allah adına sunulan kurbanların biricik nişanesi olmuştur.
Bu arada, Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) sevgili dedesi Abdulmuttalib’in Allah yoluna kurban ettiği yüz deveyi de unutmayalım. Allah, o develeri Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah’ın (sonradan Peygamberimizin babası olma şerefine eren) yerine kabul etmişti. Böylece Hz. İsmail’in (a.s.) neslinden gelen biri, yine onun şerefli akibetine muhatap oluyordu.
“Onların ne etleri, ne kanları Allah’a ulaşacak değildir. Allah’a ulaşacak olan, ancak sizin takvanızdır.” (Hac Sûresi, s. 37)
Hz. Âdem (a.s.) zamanından Hz. Musa’ya (a.s.) kadar kurbanla ilgili İlâhî adet şöyleydi:
Cenâb-ı Hak, kabul ettiği kurbana bir ateş gönderir ve onu yaktırırdı. Kabul edilmeyen kurban ise olduğu gibi kalırdı. (Habil ile Kabil’in kurbanlarında görüldüğü gibi.) Allah, sonra bu âdeti Benî İsrail zamanında kaldırdı. Hangi kurbanlarımızın, kendi yüce katında kabul gördüğünü, ancak Kıyametten sonra bilmemizi takdir etti.
Kurbanlarımızın kabulü niyaziyle...
Not: Tam beş yıl önceki Kurban Bayramını doyasıya yaşadıktan sonra hemen ruhunu Rahman’a teslim eden Celal Yaprak ağabeyim için her Kurban Bayramı, onun vefatının sene-i devriyesi olarak kendisini bize hayırlarla yad ettiriyor. Siz değerli okurlarımızın, onu ve bütün mevtalarımızı Fatihalarına dahil etmesi dileğiyle Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, selâm, saygı ve muhabbetlerimi arz ediyorum. M.Y
04.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|