“Yerel seçim stardı”nı veren Başbakan Erdoğan, partisini ve hükûmetini “gururla” methedip sık sık, “başarılar”dan bahsediyor. Ancak başta söz verilen demokratikleşme, inanç, ifâde ve eğitim özgürlüğü olmak üzere, temel hakları teğet geçerek bir tek “kadının özgürleştirmesi”den dem vuruyor.
Bilindiği gibi AKP, “yasak var” diye başörtülü kurucu ve milletvekili adayı almamakla yola çıktı. Hep “mayınlı arazi”den uzak durdu. Parti yetkilileri uzun süre “başörtüsü meselemiz değildir” dediler.
Başbakan yardımcılarından biri, içmezse de “şarabın tadını ve kalitesini bilmekle” övündü. Diğeri, “başörtüsü Türkiye’de yüzde birbuçuğun meselesi” diye hafife aldı. Seçilen başörtülü belediye meclisi üyeleri bizzat iktidar partili belediye başkanlarınca “yasal yasak” gerekçesiyle toplantılara alınmadılar. Bazı başkan eşleri, resmî törenlere katılmak için “yasalara uygun olarak” başlarını açtılar.
Kanunsuz yasağı yasayla kaldırma yanlışı bir yana; “Köşk’te smokinli resepsiyonlar”ı yeniden başlatan Cumhurbaşkanı Gül’ün atadığı rektörlerin de katılımıyla yasak daha da azdırıldı ve yaygınlaştı.
Öylesine ki Genel Başkan Yarımcısı bir milletvekilinin hazırladığı, uyuşturucu, kumar ve kötü madde bağımlılığından “gençleri koruma yasası taslağı”, daha Meclis’e sunulmadan, “partinin tüzük ve programına aykırı” denilerek Başbakan’dan “azar” ve “fırça”yla derhal geri çekildi. Tıpkı zinayı suç sayan yasanın yurtdışından gelen tâlimatıyla geri çekilmesi gibi…
“KADININ ‘ÖZEL HAYAT HAPSİ’NDEN KURTULMASI” NE DEMEK?
Neticede yasakçıların “artık gündeme dahi getirilemez” diye çarpıttıkları noktada “başörtüsü yasağı”nı kaldırmayı bir başka seçime bırakan Başbakan ve siyasî iktidar, temel hak ve özgürlükleri, veryansın ettiği “yasakçılar” ve “laikçiler” misâli salt “kadının özgürleştirmesi”ne hasrediyor.
Amerikalı Yahudi dolar spekülatörü Soros finanslı lobilerin telkiniyle, “kadının özgürleştirilmesi” paravanıyla dayattığı turuncu devrimlerle el attığı ülkelerde istimal ettiği parlak sloganları seslendiriyor.
Partisinin Kadın Kollarının düzenlediği, “Uluslararası İş’te Kadın Kongresi”nde Başbakan’ın, “Kadını özel hayata hapseden, kamu alanından dışlayan, cinsiyet ayırımcılığına dayalı baskıcı ve tutucu anlayışlar”dan yakınması, “medenileşmeye” engel görmesi, öteden beri kadınları yuvalarından çıkarmayı amaç edinmiş ecnebi şebekelerin üslûbuna uyuyor.
“Kadının medenileşmesi”ni “sosyal hayata karışması”na bağlayan ve evine bağlığını “ev hapsi” olarak gören, mutluluğu sokağa dökülüp yuvasının dışında “sosyallaşması”nda arayan zihniyete aslında AKP bugün değil, baştan beri yakın duruyor.
Ki bu zihniyet, İsrail Dışişleri eski müsteşarı Alon Liel’in, “Erdoğanizm, Kemalizmin bir versiyonudur” tespitiyle ve AKP üzerinden dindar kesimin iktidar nimetine ortak edilmesiyle dünyevileştirilmesi tuzağıyla uyuşuyor. Dahası “kadın özgürlüğü” perdesinde küresel çapta uyuşturulmuş layt ve laçka kitlelerin tefessühünü amaçlayan, İslâm âleminde âilenin tahribini hedefleyen ABD’nin “ılımlı İslâm” projesiyle buluşuyor. “İslâm sosyetesi”, “tesettür defilesi” türü garâbetler buradan türetiliyor.
Bu vaziyet, AKP’li belediyelerin sazlı- sözlü eğlence partileri ve kampanyalarıyla başörtülü ve tesettürlü kadınları ve âileleri cezp ederek, âiledeki ahlâkî aşınmayla cemiyetin dejenerisini daha da derinleştiriyor…
AKP–CHP BİRBİRİNİN DEĞİRMENİNE “OY”
TAŞIYOR
İlginç olan, her ne kadar “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” gösterilse de Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin “kadınların özgürleştirilmesi” çabasını “iyi hal” olarak görüp cezanın indirilmesine gerekçe göstererek “kapatmadan kurtarması.”
Buna mukabil AKP’nin inanç hakkının eğitim hakkıyla takas edilerek yüzbinlerce kız öğrencinin hak kazandığı okullarda inancının gereği taktıkları başörtüsüyle okumaması mağduriyetini gidermeyi bir tarafa bırakması. Görünen o ki siyasî tezatlar ortasındaki tahterevalli oyunu, bu kez kadın üzerinden oynanmakta. Yerel seçimler öncesinde CHP’nin “çarşaf açılımı”na karşı AKP’nin kadınları “özel hayat hapsi”nden kurtarıp çalıştırmasıyla “kadının sosyalleşmesi”ne odaklanması, sonuçta her iki partinin de işine gelmekte.
Baykal’ın merâsimle çarşaflılara partisinin rozetini takmasına karşılık Erdoğan’ın özellikle CHP ve farklı partilerden geldikleri söylenen başıaçık kadınlara medyanın önünde AKP rozetini takması, süregelen “oyları paylaştırma” senaryosunun bir parçası.
Böylece, seçmeni AKP-CHP cepheleri arasında iki asimetrik altrernatife mahkûm etme stratejisi güdülmekte. Diğer partileri, özellikle inanç hakkını, temel hak ve hürriyetleri sağlayan DP “yok” sayılarak devre dışı bırakılmakta.
Erdoğan da Baykal da bu taksime râzı; zira bu kutuplaşma siyaseti, karşılıklı atışmalarla, politik polemiklerle birbirini beslemekte, yekdiğerinin değirmenine “oy” taşımakta… Peki, bizzat Dışişleri Bakanı’nın itirafıyla, Türkiye’de Müslüman çoğunluğun birçok “dinî özgürlükler sorunu” dururken, AKP’nin “kadının özgürleştirilmesi” açılımı neye yarayacak?
Mahkemenin “kararı” sonrası “teslimiyet” sinyallerini veren, milletin değerlerinden ziyâde resmî ideolojinin “hassasiyetleri”ni nazara alan “neo AKP”, bütün belediyeleri de alsa, yine birinci parti de olsa, bu haliyle demokratikleşmeye, hak ve özgürlüklere ne faydası olacak?
Demokratik dirençle ciddî icraatlar olmadıktan sonra.
04.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|