Mahallî seçimler yaklaştıkça siyasetin söylemi de farklılaşıyor. Meydanlarda, grup ve parti toplantılarında, her fırsatta “Durmak yok, yola devam!” diyen Başbakan Erdoğan, partisinin son Kızılcahamam Kampında buna bir de “epey yol aldık!” övünmesini ilâve etti.
“Tüm yol arkadaşları”na teşekkür eden Erdoğan, bu ayki “ulusa sesleniş” konuşmasında da aynı iddiasını sürdürdü. O denli iddialı ki iktidar olarak, “Geride bıraktığımız altı yılda yaptığımız reformlarla haklı gururu yaşıyoruz. Aşılamaz, ulaşılamaz denilen hedeflere ulaştık. Rüyâ denilen hedefleri gerçekleştirdik” diyor. Ancak hangi reformu yaptığı, hangi rüyâyı gerçekleştirdiğini söylemiyor.
Aynı konuşmada ekonomik krize karşı önce “şu an kriz tepe noktasına ulaşmış ve inişe geçmiş” diyor; devamında ise Türkiye dışa açık, küresel ekonomiye entegre olmuş yapısıyla hiç kuşkusuz bu krizden etkilenecektir” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bir taraftan “kriz bizi teğet geçer, vurmaz” güvencesini veriyor; diğer taraftan, “Krizin ülkemizi teğet geçmesi, hatta bir fırsata dönüşmesi için peyderpey tedbirlerimizi alıyoruz” diye konuşuyor.
DEMOKRATİK ZAAFLA DEVAM EDİYOR…
Peki Başbakan’ın “epey yol aldıklarını” ilân ettiği süreçte dönüp geriye baktığımızda hangi mesâfe alınmış, Türkiye hangi konuda ne kadar yol almış?
Başbakan’ın “yola devam” dediği günde zamların devam ettiğini görüyoruz. Bir yıl içinde doğal gaza yapılan yüzde seksen zamma yenisi ekleniyor. Keza, elektrik, akaryakıt ve diğer temel maddelere getirilen zamlarla pahalılık yüzde 100’ü buluyor. Böylece Başbakan’ın “Durmak yol yola devam!” sözü, âdeta “Durmak yok zamlara devam”a dönüşüyor…
Gerçekten reformlarda hangi yol alınmış? Seçimden sonra ortaya atılan “yeni sivil anayasa”dan vazgeçen, AB müzâkere sürecinde çok önemli başlıklar bir yana, ancak sekiz sıradan başlığı açabilen hükûmet, hangi demokratik reformları gerçekleştirmiş?
Başbakan CHP’nin “çarşaf açılımı”na seviniyor; Baykal’ın çarşaflılara altıok rozetini takmasını “olumlu” buluyor; lâkin iktidarın çarşaf bir yana, “dinî bir vecîbe” olan başörtüsüne getirilen yasadışı yasak hakkındaki demokratik zaafı gizliyor.
Yasağın sorulması üzerine, “Ah!.. Ah!..” diye çözümsüzlüğü yasakçılara, Anayasa Mahkemesi’nin “iptal”ine ihâle etmekle kalıyor. Kanunsuz yasağa karşı “velev ki siyasî simge de olsa” gereksiz çıkışıyla girilen anaforda yasadışılığı anayasayla değiştirme yanlışından hiç bahsetmiyor. Hakkında hiçbir hüküm bulunmayan ve tamamen keyfî ve indî dayatılan bir yasağı, demokratik dirençle aşmak yerine düşülen tuzağı teğet geçiyor.
Sormak lâzım; Başbakan bazı başörtüsü mağdurlarına “teselli telefonları” dışında hangi düzeltmeyi yaptı ki “reformlar”dan dem vuruyor?
28 Şubat postmodern darbenin “irtica ile mücadele” konseptinin verdiği tepkiyle iktidara gelen AKP döneminde, 28 Şubat’ın tepeden inme dayattığı Kur’ân kurslarındaki yaş yasağı durmuyor mu? Hâlen her yıl çocuk bu “yasak” yüzünden dinlerinin temel kitabı olan Kur’ân öğreniminden mahrum edilmiyorlar mı?
Halen imam hatip mezunlarının da içinde bulunduğu meslek okullarına uygulanan “katsayı haksızlığı” devam etmiyor mu?
Ayrıca düşünce ve ifâde özgürlüğünün genişletilmesi taahhüdleri yerine getirildi mi? Hâlen düşünce ve ifâde özgürlüğünü sınırlayan yasalar yürürlükte değil mi?
Sırf deprem gibi umumî bir musîbete yüzlerce Kur’ân âyetinin tefsiriyle “İlâhî ikaz” değerlendirmesini yapan yazarlar, TCK 312’nin yerine ikame edilen 216. maddesiyle yargılanıp ceza almaya devam etmiyorlar mı? Hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan bir biçimde en mâkul “eleştiri”yi dahi “hakaret” sayan 301. madde bütün kısıtlamalarıyla mer’iyyette değil mi? İnsan hakları, sadece terörist başının cezaevi şartlarını düzeltmekten mi ibâret?
Yeni ceza kanunundaki, evinde, komşu ve akraba çocuklarına meccânen Kur’ân dersi verenlerin ihbar üzerine “izinsiz eğitim kurumu açmak”la üç yıla varan hapis cezasını öngören yasa maddesi, AKP siyasî iktidarının eseri değil mi?
REFORMLAR BUNLAR MI?
Doğrusu, Başbakan’ın, Aşık Veysel’in ifâdesiyle “uzun ince bir yolda gündüz gece gittiği” süreçte bunları ve benzerlerini görüyoruz…
Başbakan, belediye başkan adaylarını “temâyül yoklaması”yla, “görüşmelerle” tesbit edeceklerini belirtiyor. Sahi AB müktesebatının üstlenmesine ilişkin Ulusal Program’da ve Katılım Ortaklığı Belgesinde söz verilen “siyasetin demokratikleşmesi” vaadine ne oldu? Siyasî partiler ve seçim yasasının AB standartlarına göre düzeltilmesi, parti üyelerinin hâkim nezâretinde önseçimi ve tercih sistemini esas alan düzenleme neden bir türlü yapılamadı?
Sonra hükûmetin, “Leyla Şahin” ve “İlâhî ikaz” dâvâlarında AİHM’e gönderdiği savunmalarda, başörtüsü yasağını “yasal bulması”na, inanç ve düşünceyi ifâdenin “suç” sayılıp cezalandırılmasını savunmasına ne demeli?
Başbakan’ın “reform” dediği, herhalde ekonomide Anasol-M hükûmeti devrinde Derviş’in “15 günde 15 yasa” ile IMF ile yaptığı anlaşmanın devamı. Demokratikleşmede ise 1999 Aralık ayında Ecevit’in kerhen gittiği Helsinki’deki “AB üyeliği adaylığı.” Bunun ötesine altı yıldır hangi “reformlar” yapılmış? Bunlar mı rüyâ gibi reformlar?
03.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|