"Gerçekten" haber verir 03 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Mumbai katliâmı ve Aliya İzzetbegoviç

İşadamı Seyfi Müezzinoğlu, Mumbai katliamının bir cüzünü anlatıyor:

“Merdiven sahanlığında bütün erkekleri dizdiler, ‘kadınlar bir adım yukarı çıksın’ dediler. Adam silahını doğrulttu. Eşim dedi ki: ‘Bu adam Müslüman, ne yapıyorsunuz?’ Bana ‘eğil’ dediler ve eğildim. O anda arkamdaki 10 kişiyi ateş ederek öldürdüler. Ensemden giren kanlar topuğumdan çıktı… Bizi bayağı bir dolaştırdıktan sonra bir odaya girdik. Odada 5 kişiydi rehine. Üçünü orada öldürdüler. Başka bir odaya girdik, orada da abdest alıp namaz kıldılar. Şimdi de bizi öldürecekler diye düşündük. Bıraktılar gittiler.”

Seyfi Müezzinoğlu Müslüman olduğu için ‘bağışlanmış’, onu anladım; ama diğerlerinin niçin öldürüldüğünü anlamadım. Anlamak istemiyorum. ‘Müslüman olmayanların hakkı-hukuku yoktur, onlara dilediğimiz gibi zulmedebiliriz’ diye düşünen Müslümanların varlığını –sayıları ne kadar az olursa olsun- kabul etmek çok ağrıma gidiyor. Utanıyorum.

Rahman ve Rahîm Allah’ın ismini anarak cinayet işleyen bu sözde mücahitler kim? Rahmet Peygamberi’nin ümmetine mensup insanlardan böyle bir vahşet nasıl sâdır olur? Önüne geleni sorgusuz sualsiz öldürmek hangi kitapta yazar? Kur’an’da yazar mı? Sonsuz kere haşa!

Kur’an’dan öğrendiğimiz şudur: Bir topluluğa duyduğumuz kin bizi adaletten sapmaya, sınırı aşmaya sevk etmemeli... Hindistan hükümetinin yahut fanatik Hindu gruplarının Müslümanlara zulümleri, “Ben Müslümanlardanım” diyen kimselerin böyle bir vahşet sergilemelerine mazeret teşkil edemez. “Ben Müslümanlardanım” diyen kimselerin böyle bir vahşet sergilemelerine hiçbir şey ama kesinlikle hiçbir şey mazeret teşkil edemez.

Aliya İzzetbegoviç, Bosna savaşı sırasında, iki cizvit papazının öldürülmesi üzerine, Bosna-Hersek Ordusu subaylarına hitaben şöyle bir konuşma yapmıştı:

“Şimdi askerlerinize gideceksiniz ve onlarla konuşacaksınız. Onlara şimdi size anlattıklarımı anlatın. Savunmasız insanlara zulmetmesinler. Birkaç gün önce Foynitsa’da iki cizvit papazı öldürüldü. Olay henüz çözülmedi ama katilin içimizden biri olduğu aşikar. Asker ya da sivil, katilin mantığı şu: ‘Köprümüzü tahrip ettiler, intikam için bir şeyler yapmalıyız.’ İyi ama, kime? Cizvitler ve Ustaşalar (Mostar köprüsünü yıkan faşist Hırvat askerleri – HA) aynı kişiler değil ki. Bu mantık bizi hiçbir yere götürmez.”

İzzetbegoviç, Demokratik Eylem Partisi’nin 12 Ocak 1994 tarihli yönetim kurulu toplantısında yaptığı konuşmada da “bu mantık”ı sorguluyordu:

“Görüyorsunuz, Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor, kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor, camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onların kadınlarını ve çocuklarınız öldürmek ne de kiliselerini yıkmak istiyoruz. Bunu yapmak istemiyoruz, çünkü, bazı istisnalar olsa da, bu bizim tarzımız değil. Bazı askerlerimiz burada ve bunu onlara söyleme fırsatı buluyorum. Bu herkese ulaştırmamız gereken bir mesaj. Kazanacağız; çünkü öteki dine, öteki ulusa ve öteki siyasi duruşa saygılıyız. (...) Çünkü, aklı başında ve dürüst insanlarız. Aslında, herhangi bir kutsal nesneyi tahrip etmemiz, bizlere, sarih bir biçimde yasaklanmıştır. Sırbistan’a dört asır boyunca Türkler hükmetmiş olmasına rağmen, bu yasaklama sayesinde, Deçani, Graçanica ve Sopoçani manastırları yerlerinde duruyorlar. Türkler buraları tahrip etmediler. Çünkü inandığımız kitap, bu türden bir tahribatı reddediyor. İnsanlarımız bu kurala sadık kaldılar. (…) Bu bizim zaferimizin anahtarıdır. Allah’ın yardımıyla kazanacağız, çünkü muayyen yasalara uyacağız. (...) Bazen askerlerimizle bazı problemler yaşıyorum. Şöyle diyorlar: ‘Neden intikam için bir şeyler yapmıyoruz?’ Onlara: ‘Yasalara saygılı olun ve işleri kendi mecralarına bırakın’ diyorum. Çalışması ve savaşması gerektiğine, ancak olaylara hükmedemeyeceğine inanan bir topluluğa mensup değil miyiz? İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve O ne derse o olur...” (Bosna Mucizesi – sayfa 34-35)

İslam savaşçısı dediğin işte böyle olur!

Yeni Şafak, 2.12.2008

Hakan Albayrak

03.12.2008


‘Âdet yerini bulsun’ süreci

Geçen haftaki Avrupa Parlamentosu heyetleri temasları ve Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısı artık kabullenilmesi gereken bir gerçeği bir kez daha vurguladı:

AB üyelik süreci Türkiye’nin gerçek gündeminden düştü.

Bu temas ve toplantılarda yine hep aynı sözler işitildi. AB temsilcileri reformların durmasından şikâyet ettiler, stratejik önemin reformların yerine geçemeyeceğini tekrarladılar. Bizim taraftan ise, iktidar sözcüleri havada kalan ‘reforma devamda kararlılık’ beyanlarında bulunurken, muhalefet AB’ye karşı tutumunu sergilemekten geri kalmadı. Bu arada, ‘merkez medya’ da görüşmelere pek iltifat etmedi, bazı ‘atışma’ anekdotları dışında fazla geniş yer vermedi. Temaslar ve toplantılar adeta ülkenin tüm geleceğini ilgilendirmiyormuş da ‘adet yerini bulsun’ diye yapılıyormuş intibaını verdi. AB sürecinin tekrar ‘sanal’ niteliğe dönüştüğünün yeni bir kanıtını izliyorduk sanki.

Kırk beş yılı bulan AB maceramızın büyük bölümüne bu ‘sanallık’ hâkimdi zaten. 1963 Ankara Anlaşmasından başlayarak ilişkiler çoğunlukla kısıtlı bir bürokrasi ekibi tarafından yürütüldü. Siyasi mekanizma bu ‘Batılılaşma’ girişimini pek de bilinçli olmadan destekledi. Ortaklık Anlaşması uzun yıllarca Türkiye’de belirli bir yapısal değişim sağlamadı. AET ile ilişkiler salt dış yardım ve ihracat tavizleri sağlama açısından değerlendirildi. Üyelik başvurusu ise Turgut Özal’ın vizyon genişliğinden kaynaklanan kişisel bir girişimdi. Onun döneminde ekonomide dışa açılım AB’yle uyumluydu. Sonra 1996 Gümrük Birliği bu yönde önemli bir adım oldu. Ama demokratikleşme ayağı hep aksak kaldı.. Soğuk savaş bitene kadar da üstümüze pek varılmadı, zira adaylığımızın ‘sanal’lıktan gerçekliğe dönüşebileceğine kimse pek inanmıyordu. Ama 1999’da adaylığımızın onaylanmasıyla iş ciddileşmeye başladı. Ecevit hükümetinin son yılları ve Ak Parti iktidarının ilk dönemindeki reformlarla birlikte 2005te katılma müzakerelerinin başlaması, üyeliğin ‘sanal’lıktan gerçeklik âlemine geçtiği ümidini verdi.

Şimdi ise Türkiye’de önemli yapısal değişimlere sahne olan bu kısacık ‘gerçeklik’ döneminin 2007 seçimlerinden sonra sona erdiğini kimse inkâr edemiyor. Nitekim Gül ve Erdoğan AKP eş başkanı Lagendijk’a bu duraklamayı “haklısınız ama biz de zor zamanlar geçirdik” diye açıklamışlar. Anlaşılan, askerin ve yargının cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki engelleme girişimlerini, yargının kapatma davası ve anayasa değişikliğini ret darbelerini gerekçe olarak ileri sürmüşler.

Bu gerekçe bir ölçüde geçerli tabii. Daha önce yazdığımız gibi kapatmaktan beter eden ‘kapatmama’ sillesi sonrasında yerleşik düzenin rehinesi olan bir hükümetten köklü reform beklemenin güçlüğü ortada. Davanın ardından iktidarın silkinip hem demokrat çevrelerden hem de AB ile ABD’den gelen seslere kulak vererek reformlara asılacağına dair cılız ümitler söndü.

Şimdi iktidarın ataleti için diğer gerekçe, yerel seçimler. Başbakan siyaset dışı güçlerin kendisine çizdiği dar alana sıkıştığını gizlemek için seçimlerden önce girişilebilecek reformların kendisine oy kaybettireceği bahanesinin arkasına sığınıyor sanki. Bir süredir sürdürdüğü milliyetçi söylemin tonunu yükseltiyor, DTP ile gerginliği arttırıyor. The Economist’in çok tartışılan son tahlilinde AKP Milletvekili Kurt’a atfen yer alan “Seçimler biter bitmez göreceksiniz AKP eski haline dönecek” sözü ise -makalede vurgulandığı gibi- hiç de inandırıcı gelmiyor.

Zira olasılıklar ortada: Oy kaybetmesi halinde iktidarın statükonun kıskacını kırmaya zaten gücü olmayacak. AKP seçimden oylarını arttırarak çıkarsa bu defa da ‘kazanan taktik değişmez’ diyerek reformlara yine un serilmesi olasılığı az değil. Erdoğan kazandığı ek krediyi yine de Kürt sorununda veya Kıbrıs’ta askerle çatışarak harcamak istemeyebilir. Her iki şıkta da Erdoğan’ın riske girmeyip vesayet altında ‘hükümet etmeyi’ sürdürmeyi tercih etmesi ihtimali fazla, üstelik ekonomik kriz de iktidara pekâlâ ‘zaman kazandırıp’ statükoyla ittifakını maskeleyebilir.

Kısacası 2009’un ufku da kara bulutlarla kaplı gibi. Lagendijk’ın tabiriyle ‘ikinci sınıf demokrasi’ sıfatından kurtulmamız için daha fazla zaman ve çaba gerekecek. Ama yine tekrarlayalım, halkımız yanında dünyanın ve bölgenin şartları ve dış dinamikler hâlâ demokratik ve gelişmiş bir Türkiye istemeye devam ediyor. Bu misyonu elinden kaçırmanın sınırındaki Ak Parti bu beklentiye cevap vermezse mutlaka bunun bedelini ödeyecek. Bu arada, gerçekten demokratik bir sivil anayasanın bıkmadan usanmadan öncülüğünü yapmak tüm demokrasi yanlılarının boynunun borcu.

Taraf, 2.12.2008

Temel İskit

03.12.2008


Ankara’da bir ebru sergisi

EBRU Sanatçısı Hülya Özyıldız’ın açılışı 24 Kasım Öğretmenlere Günü’ne denk gelen ilk kişisel sergisi Ziraat Bankası Mithatpaşa Sanat Galerisinde devam ediyor.

Bir yıllık emeğinin ürünü olan 81 eseriden 22 tanesini çok anlamlı bir proje için bağış yaptığını belirten Özyıldız, “Eserlerden 22 tanesinin gelirini En Yeşil Ankara Derneği’nin (EYAD) Akyurt’ta kurduğu Mavi Ladin Ormanı projesine destek için bağışta bulundum” diye ifade etti. Özyıldız’ın sergisi 12 Aralık 2008 tarihine kadar Ziraat Bankası Mithatpaşa Sanat Galerisinde gezilebilir.

03.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır