Asrımız insanı günlük koşuşturmaların gerginliği altında somurtmaya daha yatkın. O yüzden insanı rahatlatıp, gevşetecek, sıkıntısının gereksiz bir yük olduğunu düşündürüp birazcık tebessüm ettirecek her şey çok önemli. Mü’minin tebessüm etmesinin, ettirmesinin onun sadakası olduğuna dair peygamber nasihati böyle bir ortamda ne kadar da fıtrî!
Günümüzde insanları güldürebilmek artık bir sektör haline gelmiş durumda. Ünlü komedyenlerin TV-Radyo programları, komedi muhtevalı sinemalar, tiyatrolar, haftalık aylık mizah dergileri, gazetelerde yayınlanan çeşitli karikatürler… Hepsi gülüp güldürebilmek için.
Şakayı dozunda ve kıvamında, muhatabını üzmeyecek aksine tebessüm ettirip düşünmeye sevk edecek şekilde yapabilmek tam bir san'at işi. O yüzden atalarımız bu san'ata “lâtife” ismini vermişler.
Gel gelelim bazen iş şirazeden çıkıyor, haddini aşıyor. “Böyle de şaka mı olurmuş?” dedirtecek tablolar yaşanabiliyor. Bazen insanlar birbirine kırılıp, küsebiliyor.
Bazen sonu büyük kavgalarla biten şakalar yapılabiliyor.
Bazen dinî değerler “Adamın biri Cennete gitmiş…”, “Oflu Hoca bir gün…” tarzında mizah malzemesi olarak kullanılıp küçük düşürülebiliyor. Bazen şaka yapan muhatabını güldürmek için kırk dereden su getiriyor, hatta yalan söyleyebiliyor…
Güleriz ağlanacak halimize!
Oysa ki hayat çok kısa, vakit az, yapılacak işler fazla. İnsanın kahkahalara boğularak gülüp “iptal-i his” yapmaya değil, düşünmeye tefekküre ihtiyacı var. Söylenen sözlerin, yapılan hareketlerin içi boş, sulu, cıvık, yalan olmamalı.
Zarif nükteler, kıvamında lâtifelerle hoş sohbet olmak, muhatabını düşündürtmek, fikir dünyasına zengin renkler kazandırabilmek imandan kaynaklanan bir güzel hâl olsa gerek. “Küp içindekini sızdırır” misâli manevî zenginliğin fıtrî bir şekilde dışa yansımasıdır bu tablo.
Ya da muhatabı kabalık yapıp üzmemeye dikkat ederek lâtife yapmaya özen göstermek insanı imana adım adım yaklaştırabilecek bir hal olabilir. Küçücük bir söz, ufak bir tebessüm, zamanında yapılan bir tavır, hareketin insanın bazen bütün hayatını etkilediği bir vakıadır.
O yüzden boş konuşmamak, hikmetli hareket etmeye gayret etmek en güzeli…
Nasreddin Hoca
İranlıların tabiriyle Molla Nasreddin, yukarıda anlatmaya çalıştığımız “Lâtife lâtif gerek” sözüne mutabık tarihe mal olmuş bir şahsiyet.
Doğumunun üzerinden 800 yıl geçmesine rağmen Hocamız hayatın derinliklerindeki incelikleri tebessüm ettirerek dile getiren, düşündüren belki de toplumumuzun en çok bilinen, sevilen sosyolog ve filozofu.
Onun dostlarıyla, çocuklarla, gençlerle, devlet erkânıyla, cahillerle, âlimlerle, eşeğiyle, hindisiyle, leyleğiyle, kargasıyla yaşadığı her bir olay bizi tebessüm ettirirken, aynı zamanda tefekkür de ettiriyor! (Gerçi Hocanın bu kadar çok olayı yaşamasını uzmanlar yaşadığı dönem itibarıyla imkânsız görüyorlar. Sözgelimi Hocanın Anadolu’yu bir zamanlar işgal eden Timur’la aynı dönemde yaşaması mümkün değilmiş. Anlaşılan zamanla insanlar yaşanan olayları ona atfetmişler. Beri yanda da bizim toplumumuzda Nasreddin Hoca huyundaki insanların da soyu tükenmiyor ki!)
Sözgelimi onun hanımıyla yaşadıkları, şüphesiz günümüz aile içi iletişim uzmanlarına güzel bir örnek teşkil etmekte.
İşte Hocanın aile içindeki problemleri tereyağından kıl çeker gibi çözmesine dair anlatılan fıkralardan biri:
Bir gün Hoca evine üç kilo et gönderip, “Akşama hazır olsun” diye de eşine haber verir. Hanım eti güzelce pişirip, öğle vakti gelen komşularıyla âfiyetle yer. Akşam Hoca gelip de eti sorduğunda, evin kedisini göstererek “Obur kedi etin hepsini yemiş!” der. İşi anlayan Hoca bozuntuya vermez. Suçluyu tutup, hemen teraziye koyarak dikkatle tartar. “Tarttım üç kilo geldi. Diyelim ki bu et olsun öyleyse nerde kedi? Hadi kedi olsun. Nerde et?” diye sorar.
İşte “Beceriksiz, yalancı!” tarzında tartışmalar zinciriyle başlayıp sonu çok tatsız bitecek olaylara hiç girmeden probleme bilimsel, net ve kısa bir çözüm! Hikmetli mi, hikmetli!
Aile içi şiddet konusunda kafa yoranların Nasreddin Hocadan alacağı çok dersler var. Öyle değil mi?
Evet, günlük hayatın koşuşturması içinde birazcık tebessüm etmek insana iyi gelir. Nasreddin Hoca fıkraları ise yaşanan stresli, içinden çıkılmaz sanılan olayları bir başka açıdan gözlemlemesiyle bu konuda tartışmasız en etkili çözümlerden birisidir. Hocanın 800 yıldır unutulmamasındaki sırlardan bir tanesi de bu olsa gerek. Ne dersiniz?
30.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|