Can Dündar’ın, Yunanlı çocuk Yorgo’nun rol aldığı “karga kovalaması”yla başlayan “film”i üzerindeki tartışmalar, medyada “devrimleri” gündeme getirdi.
Devrimlerin başında 25 Kasım 1925 tarihli ve 671 sayılı “şapka iktisâı hakkında kânun” gelmekte. 28 Kasım’da yürürlüğe giren kanunla bütün yurt çapında bir günde tatbike konulan kanuna muhalefet edenler İstiklâl Mahkemelerine sevk edildi. Yüzlerce vatandaş sırf şapka takmadıkları için yargılandı, hapse kondu, ağır cezalar aldılar.
İşin en çarpıcı tarafı, bu “devrim kanunu”nun diğer “inkılâp kanunları” gibi 12 Eylül ihtilâli Millî Güvenlik Konseyi lideri Kenan Evren’in bizzat tek taraflı olarak propagandasını yaptığı ve “hayır” demenin suç sayıldığı 1982 Anayasasının 174. maddesine konulup Anayasal koruma ve kollanma altına alınmasıydı.
Dahası AKP siyasî iktidarınca kadük kalan ve uygulanmayan bu yasanın yürürlükten kaldırılması yerine, yeni Türk Ceza Kanunuyla diğer “inkılâp kanunları” ile birlikte muhalefet cezasının daha da ağırlaştırılmasıydı.
Buna göre sözkonusu şapka mecburiyetine uymayan devlet memurlarına altı aydan bir yıla kadar hapis ve 750 bin liradan üç milyar liraya kadar ağır para cezasına çarptırılacakları hükmünün getirilmesiydi. Üstelik demokratikleşme, her türlü sosyal yaşantı özgürlüğünü esas alan AB yargı reformu ve uyum yasaları çerçevesinde!
“LÂHÛTÎ HAYALLERDEN
MÜBERRA KANUNLAR…”
28 Teşrinisânî (Kasım) 1341 (1925) tarih ve 230 sayılı Resmî Cerîde’de (Resmî Gazete’de) neşredilen “Şapka İktisâı Hakkında Kanun”un birinci maddesine göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi âzâları ile idâre-i umumiye ve hususiye ve mahalliye ve bilumum müessesata (kurumlar, kuruluşlar) mensup memurîn (memurlar) ve müstahdemîn (hizmetliler) Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükûmet men eder” denilmekte.
Öncelikle belirtelim ki “Türk milletinin şapkayı iktisa etmiş olduğu”, tamamen uydurmadır. Araştırmalar, dünden bugüne Türkiye’de şapka kullananların yüzde 15 civarında olduğu, halkın yüzde 85’ninin şapkayı takmadığını göstermekte.
Bu durum, aynı zamanda “mühim bir mason” olan Halk Partisi Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, “Kendi cemaatimizi (toplumumuzu) mâveraî (öteki, uhrevî) dünyaya taallük eden (ilgilendiren) her türlü endişelerden ve her türlü lâhûti (kutsal, İlâhî) hayallerden müberra (temizlenmiş) olarak kanunlarımızı bugünün icâblarını, maddî zarûretlerini göz önünde tutarak yapmalıyız” temel tesbitiyle, tâbirlerince “mistik ve doğmatik esaslar”dan azâde, “dinden tecrit” programı üzerine kurulan yeni rejimin umdelerini ortaya koymakta. (Seyhun Tunaşar, Türk ulusal Masonluğunda 1935 Uykuya Yatma Olayı, 139)
Gerçek şu ki “şapka kanunu”nda şapka giymek sadece devlet hizmetinde bulunan erkek memurlara ve müstahdemlere şart koşulmakta. Buna göre “kanununa muhalefet” ettikleri bahanesiyle yüzlerce âlim ve binlerce vatandaşın İstiklâl Mahkemelerinde sureta yargılanarak hapse atılmaları, idam edilmelerinin, inkılâpçıların kendi çıkardıkları kanunlara bile uymadıklarını göstermekte.
Diğer yandan tarih boyunca milletin hiçbir zaman bir “ecnebî kisvesi” olan şapkayı “umumî sepûş” olarak kullanmadığı halde, “devrim yasası”nda şapkanın “Türkiye halkının da umumî serpuşunun şapka olduğu” iddiası, bir başka çarpıtma olarak karşımıza çıkmakta…
Halkın “umumî serpuşu”nun mecburî giyilmesi için kanuna gerek duyulmakta!
“YUNAN SERPÛŞU”
MİLLÎ GİYSİ OLUR MU?
Aslında bu hususu 23 Ağustos 1925’te elinde bir Panama şapkasıyla otomobiline binen M. Kemal’in, “şapka devrimi” için gittiği Kastamonu’da yaptığı konuşmada açıkça ikrar edilmekte. 29 Ağustos tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Büyük Halaskârın (kurtarıcının) Millete Teceddüt (yenilenme - değişim) Yolunu Gösteren Yeni Bir Nutku”da bunun bâriz ikrarında bulunulmakta.
M. Kemal’in eline içki kadehini alarak “Beyler buna rakı derler!” deyip baloya katılanlara ve halka içkiyi tanıtıp, telkin ve tavsiyesi misali, “şapka nutku”nda, “Milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Bunu iktisa edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, üstte yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bunların mütemmimi olmak üzere siper-i şems-i serpuş... Bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir” lansesinin ardından söylediği, “Yunan serpuşu olan fesi giymek câiz olur da, şapkayı giymek neden olmasın? Kadın arkadaşlarımız da yüzlerini açmalıdırlar” cümlesi, birinci ağızdan şapkanın “Yunan serpuşu” olduğunun itirafı olmakta.
Böylece Bediüzzaman’ın, “...Kendi başına frenklerin serpuşunu koyup, herkese de giydirir. Fakat, cebir ve kânun ile tâmim ettiğinden...” tesbitini bizzat te’yid etmekte…
TIME dergisinin yayın hayatının 80. yılı sayısında “dünyayı değiştiren 80 önemli olay”ın arasında sıraladığı “M. Kemal’in inkılâpları”nın “anlamı” anlaşılmakta.
Şu çarpıklığa bakın: Bir yandan “kanun”un erkek memurlara ve müstahdemlere getirdiği “şapka mecburiyeti”ni kimsenin takmaması. Öncelikle erkek milletvekillerinden başlanarak, genel ve mahallî bütün kamu kurum ve kuruluşlarda bu “devrim kanunu”nun kadük kalması.
Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında kadınların kılık ve kıyafetlerine dair hiçbir kanun bulunmadığı, tesettürü ve başörtüsünü yasaklayan hiçbir hüküm olmadığı halde, dinî bir vecîbe olan ve Türkiye’de kadınların yüzde 80’ninden fazlasının taktığı başörtüsüne getirilen yasa dışı yasağın keyfî ve kanunsuz uygulanması…
Ve bütün bunlar, kadük kalan “devrimler”in arkasındaki “psikolojik” ve “travmatik” çarpıklığı bir defa daha açığa çıkarmakta…
25.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|