Hindistan’daki olayların “Pakistan kökenli örgütler”in üzerine atılması, öteden beri tekrarlanan bir tezgâhtan ibâret. Bundandır ki İslâmâbad’ın bütün “iyi niyetine” ve “teminatına” rağmen, koskoca bir ülkeye bühtanlarda bulunuluyor.
Görünen o ki yine yaygın bir biçimde insanların algısını etki altına alma ve yönlendirme oyunu oynanıyor.
İstihbarat servislerinin baştan beri kullandığı “algılama ve algılatma yönetimi”yle, her adımı önceden belirlen plân takip ediliyor. Medyatik saptırmalarla “duygu, güdü ve muhakemeleri etkilemek amacıyla, izleyicilere, seçili enformasyonu ve sinyalleri taşıyan ya da inkâr eden taktikler”le beyinler âdeta esir alınıyor.
Halkla ilişkiler ve iletişim uzmanı Ali Saydam’ın analiziyle, “ABD’nin Irak’a özgürlük, barış ve demokrasi götürmek için yola çıktığı” uydurması, dünyaya kabul ettirilmezse uzun süre Amerika içinde “başarılı” oldu. Okyanuslar ötesinden gelen işgalciler, “zulümden kurtaran kurtarıcı” rolünde gösterildiler. Kampanyalarla insanların istendiği biçimde “düşünmesi” ve “iknası” sağlandı.
Tıpkı bir zamanların “Karaoğlan efsanesi” gibi; ya da demokrasiyi rafa kaldıran, millet iradesinin temsilcisi Meclisi ve siyasî partileri kapatan, seçilmiş meşrû iktidarları deviren ve anayasayı ilga eden 27 Mayıs darbesinin bir “devrim”, 12 Eylül darbesinin bir “askerî müdahale” olarak algılatılması enjektesi gibi. (Akşam, 16.11.2008)
Yahut son yıllarda ecnebilerin çıkarları hesâbına dayatılan “renkli Soros devrimleri”nin “demokrasi” ve “değişim” yutturmasıyla kitlelere matah bir şeymişçesine yutturulması gibi…
“HÎLELERLE EFKÂR-I AMMEYİ
BAŞKA BİR MECRÂYA ÇEVİRTMEK…”
“Algıların ayarını bozmak”la toplumun yönlendirilmesi yöntemi için Bediüzzaman, “Evet, tehditlerle, korkularla, hîlelerle efkâr-ı ammeyi (kamuoyunu) başka bir mecrâya çevirtmek mümkün olur” tesbitini yapar. “Muhâkeme-i aklîyenin (insanın aklıyla özgür ve doğru düşünüp hüküm vermenin) az bir zamanda kapatılabileceğini” kaydeder.
Fakat “kahr ve cebir ile (zorlama ve zorakî baskıyla kurulan) zâhirî hâkimiyet ve sathî tahakküm”ün ancak “kısa zamanda ibkâ edilebileceğini” (sürebileceğini), “tesirinin cüz’î (zayıf), sathî ve muvakkat (geçici) olduğunu” ifâde eder. (İşârât’ül İ’câz, 164)
Bundandır ki “algılarla oynama oyunu” sürekli değişmekte. Her defasında aynı sinsî oyuna başka konu ve farklı figüranlar bulunmakta…
Bu açıdan Bombay’da üç gün boyunca kameraların önünde süren olayların alelacele “Pakistan bağlantısı”yla “İslâmcı militanlar” üzerinden İslâm’la ilişkilendirilmesi, iletişim bombardımanıyla enformasyon kirliliği içinde gerçeklerin tersyüz edilmesine ve “küresel terör” isnadı adına “algılatma bombardımanı”na açık bir örnek…
Şu hale bakın; Pakistan yönetimi, her fırsatta saldırılarla ilgisinin bulunmadığını belirtiyor. İslâmâbad, Yeni Delhi’ye her türlü desteği vermeye hazır olduğunu bildiriyor. Fakat ayarlanmış önyargıyı aşamıyor…
Pakistan, Hindistan’ı ikna için her çâreye başvuruyor. Öylesine ki iki hafta önce Türkiye’yi ziyaretinde, Amerika’nın her fırsatta “Taliban bahanesi”yle Pakistan topraklarına füze saldırısı düzenleyip sivilleri katletmesine karşı “stratejik müttefiki” nezdinde operasyonların durdurulması desteğini Ankara’dan isteyen Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani, Başbakan Erdoğan’ı arayarak bu hususta da “yardım” talep ediyor. Ama nâfile. Hindistan makamları, bunun bir komplo olduğunu bile bile uluslar arası medya ve propagandanın etkisiyle Pakistan’ı “suçlamayı” sürdürüyor. İftira çamuru göz göre göre Pakistan’a yapıştırılıyor…
“ALGILATMA” İFSADI
DEVAM EDİYOR…
Bilindiği gibi geçtiğimiz Ramazan’da bütün siyasî partilerin katıldığı seçimlerde devlet başkanı seçilen Asıf Ali Zerdari’nin Federal Meclis ve Senato’nun ortak oturumunda yaptığı konuşmanın hemen ardından İslâmâbâd’da başkent tarihinin en büyük patlaması olmuş, 100’e yakın kişi ölmüş, 250’nin üzerinde yaralanmıştı. Bin kilogram patlayıcı yüklü kamyonla ana giriş kapısına çarpan ve güvenlik görevlileri ile silâhlı çatışmaya giren intihar eylemcisi, oteli ateş topuna çevirmişti.
Bombay’daki Tac Mahal Oteli patlamasına benzer, İslâmâbad’taki otelde de Amerikalılar, NATO yetkilileri ve Batıllı diplomatlar olduğu belirtilmişti. Ve yeni yönetime bir “uyarı” olarak lanse edilen bu dehşetli patlama, “Pakistan’ın 11 Eylül’ü” olarak nitelendirilmişti.
Amerikan Genelkurmay Başkanının patlamadan üç gün önce Başbakan ve diğer Pakistanlı yetkililerle İslâmâbâd’da görüştüğü, Başbakan ve Devlet Başkanının aynı gün katılacakları, son anda bir program değişikliğiyle gelmedikleri iftar vaktindeki saldırıyı da “Fedâiyan-ı İslâm” isimli bir grup üstlenmişti.
Yine patlaman birkaç gün önce bazı milletvekillerinin de şâhid olduğu Amerikan Büyükelçiliğine mensup bir kamyon dolusu çelik kutunun otele getirildiği, Amerikan deniz piyadeleri dışında kimsenin yaklaşmasına, kutuları taşımasına müsaade edilmediği ve kutularda neyin olduğu bir türlü öğrenilememişti.
Hatırlanacağı üzere, Pentagon’da görev yapan Pakistan istihbaratı eski Başkanı Hamid Gül’le önceki Amerikan başkanlık seçimleri aday adaylarından LaRouche, 11 Eylül’ün ABD’nin dışında değil içinden yapıldığını belgelerle belirtmişlerdi.
Gerçekten 11 Eylül olaylarının fâili ilân edilen Usame Bin Laden neden yakalanmadı da Afganistan işgal edilip baştan başa bombalandı? El Kâide’nin elebaşlarını yakalayabilecek CIA, neden bunu yapmadı da, yüzbinlerce masum Afganlıyı katletti?
Anlaşılan “demokrasi ve özgürleştirme” maskesiyle dünya kamuoyunu psikolojik tatmin ve ikna programlarıyla “yönlendirme ve algılatma” ifsadı işleniyor. Dün Afganistan, Irak ve Sudan hedef alındı; bugün Pakistan ve Hindistan, yarın da belki de İran, Suriye, Somali ya da Türkiye üzerinden…
Kısacası 11 Eylül devam ediyor…
02.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|