“Öyle bir şehir ki, hem seviyorum, hem nefret ediyorum. Bir yurt dışı seyahatimden döndüğümde hemen terk etmek istiyorum. Seyahate gitmeye hazırlanmışken ve uçağın merdivenlerini çıkarken, koşar adımlarla aşağı inip, geri dönmek istiyorum.” Nawal el Saddawi.
Kahire’yi sevmek ve Kahire’den nefret etmek şimdiye dek bir sürü makaleye, belli başlı romanlara, seyahat rehberlerine konu olmuştur. Günbatımında yüzünüzün yansımasını Nil’de gördüğünüz vakit, Kahire’nin en çok sevildiği vakittir. Yaz sıcağında şehirler arası otobüs şoförünün klimayı kapattığı vakit ise, en çok nefret ettiğiniz anlardan biri olabilir.
Bu aralar Kahire’de de, diğer Arapça konuşulan ülkelerde olduğu gibi, yoğun Türk dizileri rüzgârı esiyor. Suna Durmaz Hanım da yazın bahsetmişti. Bu diziler, ben yaz tatiline çıkarken hafif hafif başlamıştı. Fakat döndüğüm zaman o kadar ilginç tepkiler ve yorumlarla karşılaştım ki, daha önce birçoğunun adını bile duymadığım bu dizilerin bu insanları neden bu kadar çok etkilediğini düşünmeye başladım. Herşey tıpkı bizde 1980’lerin ortasında esmeye başlayan Brezilya dizileri rüzgârı gibiydi..
Burada bana Fatma, Nur, Fatima, Nora, Nura gibi çeşitli isimlerle hitap ediyor insanlar. Diğer arkadaşlarım gibi burada da çoğu arkadaşım “Nur” diyor. Tatilden döndüğümde arkadaşım bana enteresan bir hadise anlattı. Kendisi de iki ay kadar yurt dışındaymış ve döndüğü zaman herkes “Türk Nur”dan bahsediyormuş. O da “Aa siz de mi tanıştınız Nur’la” diye sorunca insanlar “Sen Nur’u tanıyor musun?” diye üzerine “hücum” etmişler. TV’den ve gündemden uzak olduğu için hâlâ durumu kavrayamamış olan arkadaş da, 3-4 yıldır tanıdığını belirtmiş. Bir müddet sonra o bahsedilen “Nur”un, Gümüş dizisindeki başkarakter (Türkiye’de Gümüş, Arapça yayınlarda Nur diye adlandırılan) olduğunun farkına varmışlar.
Artık gittiğim her yerde, bankada, restoranda, okulda, toplantıda, gezide, takside her yerde Türk olduğumu anlar anlamaz dizilerden, dizilerdeki karakterlerden, bu dizilerin devamından, karakterlere ne kadar âşık olduklarından bahseder oldu insanlar. Benim bu dizileri bilmememe çok şaşırıyorlar. Ben bu dizilerden birini ilk Arap kanalında gördüğüm zaman, karakterleri görüp “Aaa ne kadar Türklere benziyorlar” demiş ve Arapçamı geliştirmek adına izlemeye devam etmiştim. İzledim, izledim ve en sonunda, sahne İstanbul’un belli başlı bir noktasına kaydığı zaman dizinin aslında Türk dizisi olduğunu anladım. Zaman geçtikçe olan bitenin, bütün bu hayranlığın aslında dizi senaryosu yahut başka bir sanatsal yön değil de, Mısırlıların kendilerine benzeyen ve bu büyük çoğunluğu Müslüman olan kişilerle kendilerini Amerikan yahut Brezilya dizilerindeki karakterlerden daha çok ortak paydada birleştirebilme ihtimali olduğunu anladım.
Bu dizi çılgınlığı devam ederken, uyumayan şehirlerin en güzeli Kahire, sosyal ve kültürel zenginliğinde bir festivali daha misafir etti. Kahire Film Festivali çerçevesinde farklı filmler, bunların yanında Türkçe filmler de izleyebildik. İnsanlar genelde evlerinde Türk dizilerini izledikleri için, asıl san'at eserlerini izlerken, genelde Kahire’de yaşayan yabancılar, ya da Kahire’nin entelektüelleri sinema salonlarını dolduruyordu, ya da festival çerçevesinde birden fazla gösterim olmasından dolayı, dolduramıyordu da diyebiliriz.
Kahire’yi sevmek çok zor değildir. Gün olur, festival olur, bir filmden gece 12’de çıkarsınız ve hâlâ bütün halkı meydanlarda görürsünüz, tebessüm yayılır yüzünüze. Gün olur, Nil’e gece bakarsınız ve gecenin sizi mutsuz eden şeyleri örttüğünü görür ve daha kolay seversiniz Kahire’yi… O yeni günü, taze güneşin doğuşunu Piramitlerden, çölden, vahadan izleyebilmenin mutluluğu her şeye değer.
02.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|