“Rönesans döneminin ünlü İtalyan ressamı Michelangelo’nun hayatını ve eserlerini anlatan el yapımı ‘Michelangelo: Usta El’ adlı eser, tam 100 bin dolara 20 tane alıcı buldu. 28 kilo ağırlığındaki kitabın cildi kadife ve mermerden yapıldı. Kitabın her bölümünün elle yapımı tam 6 ay sürdü.”
(Yeni Şafak)
İnsan olarak çoğu zaman büyük bir gaflet içerisindeyiz ne yazık ki.
Yaratılışımız itibariyle gaflet, ülfet ve unutmaya müptelâ olmamızın da mühim hikmetleri var elbet.
En genel anlamda bunun bir ‘imtihan sırrı’ olduğunu söyleyebiliriz.
İşin düğüm noktası da burası zaten.
Ülfete, gaflete izin vermemek... Tefekkür sayesinde gafletten olabildiğince sıyrılıp, huzura kavuşmak...
Bediüzzaman, eserlerinde bu kalın gaflet perdesini çok iyi yırtar. Görünen âlemin, esasında göremediğimiz âlem üzerinde tenteneli (dantela) bir perde olduğunu söyler. Ne ki insan, bu çok ince perdeyi gafletiyle kalınlaştırır da durur.
Bediüzzaman’ın, eserlerinde sıkça verdiği, zahirde gerçekten uzak gibi görülen temsilî hikâyeler, esâsında hakikatin ta kendisidir. Yani gaflet ve ülfetle sıradanlaştırdığımız gerçeğin bir başka ifadesidir. İlk etapta gerçekten uzak gibi algıladığımız misâller, hakikatle bire bir örtüştürüldüğünde, tâbiri caizse, gaflet uykusuna dalmış bizleri şok eder. Meselâ, 8. Söz’de verilen “incir ağacına asılı envâi çeşit meyveler” örneği, ilk bakışta “İncir ağacında nasıl başka meyveler olabilir?” gibi bir soruyla, hikâyenin hakikatten uzak olduğu gibi bir zannı zihinlerde uyandırsa da, bahsin devamına bakarak dikkatle tefekkür edildiğinde, gerçekte yediğimiz meyvelerin de böylesi ‘tek bir ağaç’ gibi, ‘tek bir madde olan toprak’tan yaratıldığını ders verir.
İşte buna benzer daha pek çok örnekle, Bediüzzaman, yaşadığımız fakat sıradanlaştırdığımız hayatımızın mû’cizelerle dolu oluşuna dikkat çeker.
Bu, aynı zamanda, risâlelerin, gafletten uzak kalmayan günümüz insanı için ne denli vazgeçilmez bir başucu kitabı olduğunun da ispatı niteliğindedir.
Hadiselere, mevcudâta bu nazarla bakan bir insan, kolay kolay gaflete düşmeyecektir elbet.
Meselâ, el yapımı ‘Michelangelo: Usta El’ eserine hayranlıkla baksa bile, Rabbinin san'atını ondan kat kat daha fazla bir hayret hissiyle temâşâ edecektir.
Ama gelin görün ki ekser insan, dikkatli ve titiz uğraşlar neticesi ortaya çıkarılan beşerî eserlere hayranlıkla bakıyor, meselâ işte altı ay zarfında tamamlanan ve cildi kadife ve mermerden yapılan 28 kilo ağırlığındaki el yapımı ‘Michelangelo: Usta El’ adlı eseri ve ustasını alkışlarla takdir ediyor da; altı ayda değil,—sürekli tazeleme/yenileme anlamında—’tarfetü’l-ayn’da (göz açıp kapama hızında), sadece iki maddeden değil ‘yeryüzündeki bütün maddeler’den insanlara ‘canlı’ birer cilt dokuyan ‘Yed-i Kudret’i (Kudret Eli'ni) çoğu kez düşünemiyor.
Yine Sözler’de yer aldığı gibi, beşerî sanatlar ve teknolojik harikalar, Kur’ân’a karşı mânen “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyetlerinde bir mevkî ver” dediklerinde, Kur’ân’ın onlara verdiği müskit cevap, bahsimiz açısından oldukça manidardır:
“Eğer havârik-ı medeniyet (medeniyet harikaları), dekàik-ı san’at (san'at incelikleri) cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse, o vakit birtek sinek onlara, ‘Susunuz!’ diyecek. ‘Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zîrâ sizlerdeki, beşerin cüz-i ihtiyârıyla kesb edilen (kazanılan) bütün ince san’atlar ve bütün nâzik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nâzenin cihazlar kadar acîb olamaz.’”
Ne dersiniz?
Etrafımızdaki san'at harikalarını da görmeli ve onların Büyük Ustalarını takdir etmeli değil miyiz?
‘Usta El’e 100 bin dolar biçmişler...
Ya ‘Kudret Eli’ne... Paha biçebilir miyiz sizce?
Heyhat!
Çoğu kere hislerimizi teskin edebiliyoruz ancak: “Fesübhâne men tehayyara fî sun’ihi’l-ukûl!” (Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.)
05.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|