Osmanlı döneminde Ermenilerin Rus, Fransız, v.b. işgalci düşman kuvvetleriyle işbirliği yaparak yüzyıllardır kardeşçe birlikte yaşadıkları Müslüman Türk-Kürt vatandaşlarına kalleşçe davranmaları, işgalcilerden daha acımasız ve gaddar bir şekilde katliam yapmaları üzerine Talat-Enver-Cemal Paşaların iktidarı döneminde tehcire tabi tutulmaları olayının üzerinden 93 küsur sene geçti. O dönemin kritiğini yapmak aslında tarihçilere düşer. Ama zaman zaman başkaları da devreye giriyor her nedense. Olabilir normal bunlar.
Geçmişte kalan bir acı yaradır 1915 tehciri. Dini, milleti ne olursa olsun haksızlığa uğrayan herkesin yanında olmak bize Kur’ân emri, Resûlullah tavsiyesidir. Haksızlığı babamız da yapsa bunu itiraf etmek veya bunu eleştirmek hakperestliğin gereğidir. Ancak bir şeyi daha unutmamak lâzım. Kur’ânın adalet anlayışını ifade eden, “Birinin günahıyla başkası mesul olmaz” âyeti, babanın günahının evlâdına; evlâdın günahının kardeşine yüklenemeyeceği gerçeğinden hareketle 93 yıl önceki tehcir sırasındaki fecaatlerin bugünkü nesillere yüklenmesi ve özür dilenmesinin beklenmesi bir başka haksızlık olur.
Günlük siyasete ve entrikalara âlet edilmese, belki de düz bir özür dileme olarak addedilip hoş bir jest olarak anlaşılabilirdi bu kampanya. Ancak bir o kadar, hatta daha fazla oranda o dönemde Doğu’da yaşayan Müslüman halka yapılan mezalimi, Taşnak-Hınçak Ermeni çetelerinin kellelerden kuleler yapmalarını, namus ve şerefleri pay mal etmelerini de unutmadan, o dönemden kalma toplu mezarların bas bas bağırmalarına kulak tıkamadan bir özür dileme kampanyası uygulanabilir. Tek taraflı zulümden bahsetmek tarihî açıdan zaten abes. Karşılıklı zulüm ve gadre uğramak ve uğratmak söz konusu ise, o takdirde karşılıklı özür dileme kampanyası açılması daha güzel ve yerinde olurdu.
Meselâ benim eşimin dedesinin babası Hasan Dede Muş-Bitlis taraflarında yaşamış ve akraba ve taallukatlarıyla Ermeni zulmünden kaçarak Güneydoğu vilâyetlerinden birine sığınmışlardır. Orada isimleri “muhacir” diye bilinir. Hasan Dede anlatırmış torunlarına şu acıklı ve elim olayı... Küçük yaşta yetim ve öksüz bir Ermeni çocuğunu bakıp büyütmek için evlâtlık olarak alan Hasan Dede, Rusların bölgeyi işgali sırasında çoluk çocuklarıyla evlerini terk ederek bulundukları köyün etrafındaki dağlara, mağaralara gizlenmişler. Ne var ki bir süre sonra Rus askerleri Müslüman halkın saklandıkları sığınakları bulmuşlar. Yakaladıklarını hemen oracıkta katletmişler. Hasan Dede bunları anlatırken hüngür hüngür ağlarmış. Hasan Dedeyi asıl yıkan şey, kendi öz evlâdı gibi bakıp büyüttüğü Ermeni delikanlısının en önde yürüyüp Rus askerlerine rehberlik yaparak yol göstermesiymiş. Şimdi bu büyük ihanet veya büyük felâket için “Hasan Dede ve torunlarından acaba özür dileyecek bir Ermeni babayiğit var mıdır?” diye sormak hakkımız elbette. Yani Ermeni diasporasından “özür diliyoruz com.” kampanyası beklemek bir yerde bizim de hakkımız değil mi?
Masum Ermeni vatandaşlarına yapılan büyük felâkete duyarsız kalmıyor, bunun inkâr edilmesini vicdanımız kabul etmiyor, bu adaletsizliği kendi payımıza reddediyoruz, ama bir o kadar da Ermeni çetelerinin o dönemdeki masum Müslüman vatandaşlara yaptıkları ihanet ve katliamı da aynı şiddet ve nefret içinde kınayarak onların da özür dileme kampanyaları açmalarını bekliyoruz. En azından 1915’lerdeki olayların hıncını 1980’lerde büyükelçilerimizden çıkarmanın, yani olaylarla hiç alâkası olmayan masum kişilerin teröre kurban edilmelerinin izahı yapılamazken, mukabilsiz ve mübadelesiz bir özür, kabahatten daha büyük olur.
Bize göre, eski yaraları kaşıyarak son günlerde iyiye doğru giden Türk-Ermeni ilişkilerini temelinden torpillemeye kapı açacak, “Sen haklısın, ben haklıyım” kısır çekişmesine düşülerek hazır dostluk köprüsünü berhava edecek bu tip yanlış ve zamansız çıkışlar karşısında dikkatli olmak, en iyi davranış olsa gerek. Geçmişi bırakalım da geleceğe bakalım. Türkiye-Ermenistan dostluğu için duygusallıktan uzak, akılcı yollar o kadar çok ki...
18.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|