Var olan her şey insan için yaratılmıştır bu âlemde. Kâinatın Yaratıcısı insanı yaratılanların en güzeli ve en mükemmeli olarak yaratmış ve kendine yeryüzü halifesi olarak tayin etmiştir. İnsan olmasaydı bu kâinatın, bu dünyanın yaratılması bir şey ifade edebilir miydi? Var olan her şey, insanla değer kazandırılmış, insan da imanla değerli kılınmıştır.
Kâinatın Rabbinin en güzel san'atını görmek istiyorsak öncelikle insana bakmamız gerekir. İnsanın da gerçek mahiyetini öğrenmemiz için önce kendimizden başlamamız gerekir. Kendimizi tanımaya başladığımız zaman yaratılışın insanlığa kazandırdığı değeri anlamaya başlarız.
“Ben neden insan olarak yaratılıp bu dünyaya gönderildim? Neden bütün mahlûkata en üstün bir varlık olarak yaratıldım? Neden bir süre yaşadıktan sonra ölümle bu dünyadan ayrılacağım?” gibi sorularla kendimizi tanımaya çalışırsak yavaş yavaş gerçeklerle yüzleşmeye başlarız şüphesiz.
Hayatımız yaratılışımız ile ilgili sorularla ve bulunan cevaplarla mânâ kazanmaya başlayacaktır. Kâinatı tanımaya başlayan bir insan, kâinatın yaratıcısı olan Allah’a yönelmeye başlamış demektir. İnsan, insanî duygularını yerli yerinde kullandıkça hayatın anlamlı ışıkları kendisine görünmeye başlayacaktır.
Hak ve hakikatı arayan insan mutlaka hedefine varacak ve insan olmanın gereğini yapmaya başlayacaktır. İnsan olmanın en önemli gereği, var olan her şeyin Yaratıcısını, Rabbini tanımaktır. Rabbini tanıyan bir insan, elbette Rabbinin rızası dairesindeki bir yaşayışın da arayışı içine girecektir.
Samimî duygularla yapılan arayışlar mutlaka insanı güzelliklere kavuşturacak, onu aradığı huzura kavuşturacaktır. Rabb-i Rahîm’e giden yolu arayan bir akıl sahibinin insanlığın medar-ı iftiharı olan Risâlet güneşini görmemesi mümkün değildir. Baştanbaşa mû'cize olan elindeki kitapla şuur sahibi canlılara hitap eden Allah’ın Habibi Muhammed’i (asm) her hakikat arayıcısı mutlaka bulabilecektir bu imtihan dünyasında.
Elindeki Kur’ân-ı Azimüşşânı göstererek, “İşte kurtuluşunuz bununladır” diyen, “Kurtuluşa ermek istiyorsanız bu kitaptaki hakikatleri hayatınıza geçirmek ve Rabbim tarafından en güzel bir şekilde terbiye edilen benim hayatımı kendinize örnek seçmelisiniz” diye bütün şuur sahiplerine hitap eden o Zat-ı Muallâ’yı tanımamak ve görememek, bütün dünyayı aydınlatan güneşi görememek gibi bir şeydir şüphesiz. Tanımak ve yönelmekle insan kendini bulur. İnsanın maddî yapısını maneviyâtla değerlendirmenin yolu budur işte.
Kendisine büyük emanet verilen insan, verdiği emanetin gereğini yerine getirmezse insanlığını koruyamaz. O emanet insanlıktır. O emanet insanlığı Kâinat yaratıcısının yolunda değerlendirmektir. Rabbini tanımayan insan varlıkların en acizi, en fakiri, en bahtsızıdır. Rabb-i Rahimin Habibinin âlemleri aydınlatan dâvetine kulak vermeyen, insanlık imtihanında sınıfta kalacaktır.
Allah’tan başkasına yönelenler, âciz kullardan ödü kopanlar, İlâhî adalet yerine insanî korkularla hareket edenler, insanlığın değerini maddede arayanlar, dünyayı sadece hevâ ve hevesin tatmin edildiği bir mekân olarak bilenler büyük kayıp içindedir. Düşünceleri dumura uğratmakla, gerçeklere gözleri kapamakla, gözler önündeki hakikatleri görmemekle sarhoşluğa yönelmekle insanlık bir yere varamaz.
Büyük Yaratıcının koyduğu kural ve kaideler dışında kalanların, insanların dar düşünceleriyle ortaya koyduğu kanunlarla âleme nizam vermeye çalışanların başarılı olması elbette mümkün olmayacaktır. Hayatlarını şeytanların rehberliğinde geçirmiş olanların dermanları dert verir, zehir verir, en sonunda hem maddeten, hem de mânen öldürtür.
Tarih boyunca sadece İlâhî mesajları insanlara ileten peygamberler ve o güneşlerin yörüngesinden ayrılmayan mâneviyât kutupları ancak huzur rehberi olabilmişlerdir. İnsanlık âleminin manevî liderlerini görmeyen şaşkınlar insanlıklarını da bulamayacaklardır elbette.
15.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|