Maden-i ilm-i imanla mücehhez tefsir-i Kur’ân Risâle-i Nur’u, ilk şerh ve izah eden, onun birinci talebesi Said Nursî. Hayatı Risâle-i Nur, Risâle-i Nur onun hayatı, karşılıklı birbirine bakan ve birbirini naks etmeyen iki âyine…
Kitaplar içinde de Nur’u ilk şerh ve izah eden lâhikalar; talebeleriyle karşılıklı mükâlemeyle hakikatlerin hayata aksetmesi… Saff-ı evvel talebelerin bulundukları muhitte saf ve sade Nursî yaşantıları da, ilm-i imanîyi hayata akıtan şerh ve izahlar…
Halka genişledi, daire büyüdü, zaman başkalaştıkça; bugün Risâle-i Nur’u esas alarak onlarca yayınevinin bastığı yüzlerce kitap, bir nev’î Nur’ların şerh ve izahı… Bütünlüğü olmayan, birbirinden habersiz, kuşatıcılıktan uzak bu şerhler gelecek adına ümit veriyor olsa da, bugüne yeterince cevap vermiyor; bu ülkenin entelektüel gündemine nurculuk hâlâ oturmuş değil, geniş halk kitlelerine Risâle-i Nur yeterince yayılmamış…
Seksenli yıllarda başlayan dünyevîleşme rüzgârının, şimdiki zamanda dindarların eliyle fırtınaya dönüşmüş olması bu geciktirmede etken olmuş olabilir veya bu zaman diliminde Risâle-i Nur’a muhatap olanlar bu fırtınayı engellemekte yetersiz kalmış, hatta kısmen tesirinde kalmış olabilir; zamanın ruhuna dokunan Risâleleri, zamana okutamamışız…
Bugün bu meyanda yapılan küçük çalışmaları takdir, tebrik, teşvikle destek vermekle beraber kuşatıcı, kapsayıcı, zamana cevap veren asıl şerh ve izahların yapılmadığı da aşikâr bir gerçek…
Risâle- i Nur’un üç vazifesini—iman, hayat, şeriat—kendi hayatlarına bihakkın taşıyan müntesiplerinden oluşan geniş cemaatin içinden çıkan bir meclis bu işi hakkıyla yerine getirebilir… Bediüzzaman, talebelerine der: “Sizin vazifeniz hizmet değildir, sizin vazifeniz muhabbet, uhuvvet, tesanüttür”
Bu üçlü saç ayağı geniş dairede oturtulmadıkça yapılan çalışmalar eksik, yetersiz ve cılız kalacaktır… Risâle-i Nur nasıl bir sadelik, saflık, ihlâs ve ihtiyaç içinde yazılmışsa ona yakışacak şerh ve izahlar da aynı hissiyât ve düşünce içinde olmakla olacaktır…
Hissiz, soğuk, resmî açıklamalar kuru bir demeçten öteye geçmeyecektir… Risâle-i Nur’da çekirdekler mesabesindeki hakikatlerin, zamanı gelmiş gonca gül gibi açması için, bahçıvana düşen görev; muhabbet toprağını uhuvvetle karıştırmak, ihlâs suyu ile sulamak, tesanüt rüzgârıyla havalandırmaktır; gülü gülün sahibi açar…
Bize düşen açıklarımızı kapatmak, noksanlarımızı tamamlamak, kusurlarımızın affı için Rahman’a yalvarmak, istihdam nimeti için şükretmek, Nur’a muhatap olmanın şükrü ona daha çok çalışmak olduğunu bilmektir…
16.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|