Ergenekon’un üstü kapatılırsa krizi o zaman görün!
Türkiye küresel krizden önce, 2006’nın ortasından beri zaten büyüme ivmesini kaybetmişti. Bunun sebebi, cari açık ve direnen enflasyonu dizginlemek adına büyümeden fedakârlık yapılmasıydı.
Bu amaçla içeride talep bastırıldı, bağlantılı olarak sanayi üretimi hızla geriledi. Gerçekten de sanayi üretimi 2004’te yüzde 9,8 büyüyerek zirve yaptıktan sonra, 2005-2007 arasında yüzde 5 bandına geri çekildi. Gerçekten de son veriler, ekonominin yüzde 25’ini oluşturan sanayi üretiminin yüzde 8’leri aşan oranda küçüldüğünü gösteriyor. 2008 büyümesi de böylece yüze 2’lere gerileyecek.
Böyle bir ortamda 2005’ten beri devam eden yüksek ihracat, ‘geçici olarak’ bu gerçeğin üzerini örttü. Krizle talep daralınca son ayın ihracatı yüzde 22 gibi bir oranda çöktü. Aslında dışarıda kriz nedeniyle talep düşmese de, üretimin bu kadar yavaşladığı ortamda zaten ihracat dinamiği devam edemezdi.
Öte yandan büyüme ve üretimin daraldığı ortamda ihracatın ‘geçici’ de olsa dinamiğini korumuş olması büyük oranda ithalata ve dış finansmana dayandı. Bu sürede yerli üretim artan oranlarda ikame edildi, cari açık kontrolden çıktı, yatırımların yavaşladığı bir ortamda özel sektörün dış borcu 2005 sonunda 82,6 milyar dolardan, 2008’in ilk yarısı itibarıyla 190 milyar dolara çıktı.
Keza, Merkez Bankası aşırı daraltıcı para politikaları ile talebi daraltıp tüketimi durdurdu. Buna rağmen enflasyon hedefi diye bir şey kalmadı. Kredibilite erozyonu da cabası! Enflasyonu maliyet unsurları tetiklediğinden bu politika işe yaramadı. Benzer mantıkla Maliye Bakanlığı da ‘mali disiplin’ diye kemerleri iyice sıktı. Yetmedi, ‘sermaye kaçmasın’ diye yerliye yüzde 10 stopaj devam ederken, Merkez’in yüksek reel faizine bir de Maliye’nin yabancı için verdiği vergi ayrıcalığı ilave edildi.
Zaten yabancı bankaların, ‘kendi parana dokunma, gel biz kredi verelim’ diye yarıştığı bir dünyada borçlanma bu şekilde teşvik edildi. Herkes dışarı çıkıp ‘bıyıklı yabancı’ olarak geri döndü. Faiz ve kambiyo kârını cebe indirdi. Şimdi bu yetmemiş gibi ‘yalancıktan’ (yani kendi kendine olan yukarıda zikredilen) borcunu IMF anlaşmasıyla bir kez daha bize ödetmek istiyor. Ahlaksız ve katmerli soygun!
Kısaca Türkiye artan cari açığını ve direnen enflasyonunu düşürmek için ekonomiyi küçülterek aslında ‘ölümcül’ bir ilaca sarıldı. Bu arada talihin yaver gitmesini bekledi. Buna göre cari açığın ve enflasyonun nedeni olan enerji, emtia, gıda fiyatları düşerse Türkiye yeniden büyüme sürecine girebilecekti. Esasen krizle beraber bu beklenti de gerçekleşti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı; bu sefer de iç ve dış talep yok. Ayrıca büyümeyi finanse edecek sermaye kanalları da bir hayli daraldı.
2005’ten beri yapılması gereken şey ise ne beklemek, ne de büyümeyi frenlemekti. Esas sorun ikinci nesil reformlara (mikro reformlar) doludizgin devam ederek emek piyasasını, girdi maliyetlerini, bürokratik katılıkları, enerji piyasasını ve rekabet ortamını daha uygun hale getirip üretimin önünü açmak ve AB müzakere sürecinde cesur adımlar atmaktı.
Bunlar yapılamadı. Zira Ergenekon tam da burada devreye girdi. Yargıda, kışlada, üniversitede, medyada, iş âleminde örgütlenerek seçim öncesi, sırası ve sonrasında Türkiye’nin reform dinamiğini kilitledi, AB sürecinden kopardı. Uyguladıkları çifte standartlar ile Sarkozy ve Merkel ikilisi adeta Ergenekoncuların ‘müttefiki’ olarak çalıştı. Sonrasında kapatma davasıyla hükümetin kolu kanadı kırılıp ‘hizaya sokuldu’.
Türkiye şimdi kriz okyanusunda gündemsiz şekilde sürükleniyor. Bunda herkes hemfikir. Yerel seçimler bitene kadar hükümetin cesur bir liderlik yapacağına dair bir işaret de gözükmüyor. Seçim sonrasını ise bu bağlamda şimdiden algılamak zor.
Eğer bizim göremediğimiz ‘yeni ittifaklar’ oluşur ve Ergenekon’un üzeri kapatılırsa, dünyanın krizi biter, Türkiye’nin krizi derinleşir. Türkiye 1990’lardan sonra yeni bir ‘kayıp on yıla’ merhaba der. Bunun anlamı, demokrasi ve serbest piyasaya ‘veda’ etmektir: Ver elini Avrasya!
İbrahim Öztürk
Zaman, 15.12.2008
|