Çoklu zekâyı önemsiyor muyuz?
Geleneksel yapıdaki eğitim sistemleri, sözel ve sayısal alanlarda çok iyi gelişmemiş öğrencilerin sahip oldukları diğer yeteneklerini görmezden gelerek, küçümseyerek veya yok sayarak bu öğrencileri kolaylıkla öğrenme özürlü, zekâ özürlü veya yavaş öğrenen gibi olumsuz sıfatlarla etkileyebilmektedirler. Diğer taraftan, çoklu zekâ teorisi, bütün çocukların sahip oldukları tabiî ve gizil güçleri, potansiyelleri ve yetenekleri bulmayı ve onları geliştirmeyi vurgulayan bir eğitim felsefesi ortaya atmaktadır. Bu yönüyle bu teori, çocukların sahip oldukları iç yetileri, ilgileri ve istidatları hakkında anlayış geliştirmek ve tartışmak için eğitimcilere ortak bir dil sunmaktadır. Yapılan araştırmalar zekâ gelişimi konusunda doğru ve etkili bir öğrenme ortamının, kalıtımdan çok daha önemli olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bu teorinin öğrencilere eğitim kurumlarında uygulanabilmesi için öğrencilerin bu özelliklerini ölçebilmek gerekmektedir. Bu envanterin amacı, bir bireyin kendisini sekiz farklı zekâ alanında da sahip olduğu tecrübeleriyle ilişki kurmasına yardım etmektir. Bu değerlendirme, öğrencilere hayatlarında yoğun olarak kullandıkları zekâ bölümleri hakkında fikir verirken geliştirmeleri gereken zekâ bölümlerini de fark etmelerine yardımcı olacaktır. Ülkemizde henüz çoklu zekâ teorisini uygulamaya çalışan çok az okul bulunmaktadır. Buna rağmen öğrencilerin alan ve meslek seçerken çoklu zekâ alanlarının farkında olmalarında büyük yararlar vardır. Prof. GARDNER zekâyı yeniden tanımladı. Ona göre her insan sahip olduğu zekâlarla birlikte farklı bir öğrenme, problem çözme ve iletişim kurma yöntemine sahiptir. Zekâ, hayat boyu karşılaşılan farklı durumlarda problemleri çözme ve yeni ürünler ortaya çıkarma kapasitesidir.
Çoklu zekâ teorisinin ilkeleri
İnsanlar çok farklı zekâ türlerine sahiptir. Her insan aktif olarak kullandığı zekâları ile özel bir karışıma sahiptir. Her insanın kendine özgü bir zekâ profili vardır. Zekâların her biri insanda farklı bir gelişim sürecine sahiptir. Bütün zekâlar dinamiktir. İnsandaki zekâlar tanımlanabilir ve geliştirilebilir. Her insan kendi zekâsını geliştirmek ve tanımak fırsatına sahiptir. Her bir zekânın gelişimi kendi içinde değerlendirilmelidir. Her bir zekâ hafıza, dikkat, algı ve problem çözme açısından farklı bir sisteme sahiptir. Bir zekânın kullanımı esnasında diğer zekâlardan da faydalanılabilir. Kişisel altyapı, kültür, kalıtım, inançlar zekâların gelişimi üzerinde etkiye sahiptir. Bütün zekâlar, insanın kendini gerçekleştirmesi yolunda farklı ve özel kaynaklardır. İnsan gelişimini değerlendiren bütün bilimsel teoriler çoklu zekâ teorisini desteklemektedir. Şu anda bilinen zekâ türlerinden daha farklı zekâlar da olabilir.
“Hayat matematiksel ve sözel etkinliklerle sınırlandırılmayacak kadar renkli ve zengindir. Unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da insanların kesinlikle bir zekâ bölümü ile etiketlenmemesi gerçeğidir. Çünkü çoklu zekâ teorisinin en önemli ilkelerinden biri, zekâların sürekli bir gelişim dinamizmine sahip olduklarıdır.” Hiçbir insan “Benim sözel zekâm daha yüksek, diğerleri değil“ gibi ifadelerle kendine sınırlar koymamalıdır. Bütün zekâların hayat boyu gelişme fırsatı vardır. İnsanlar, güçlü olan zekâ bölümlerini daha yoğun kullanırlar, fakat diğer zekâlarının gelişimi için de çaba harcadıklarında hayatlarına renklilikler katabilirler.
Sözel zekâ
Bu zekâ büyük ihtimalle bize en tanıdık gelen ve en iyi bildiğimiz türdür. Hepimiz ayakta olduğumuz zamanların çoğunu sözel zekâmızı kullanarak geçiririz. Genel eğitim sistemlerimizin ana vurgularından biri de budur. Çağdaş zekâ araştırmacılarına göre üç binden fazla farklı dili konuşabilme yeteneğiyle doğarız. Ama doğduğumuzda bunlardan herhangi birini bile konuşabilir durumda olmayız! Çevremizde kullanılan dille etkileşimde bulunmaya başladığımızda beyin dilin bütün seslerini tanıyabilir durumdadır. Genellikle bu potansiyel dillerden yalnızca birini ya da ikisini tam olarak hâkim olabildiğimiz, karmaşık dil sistemleri halinde geliştirebiliriz. Sözel zekâ dille yaptığımız her türlü çalışmayla ilgilidir: gazete, kitap ya da satın aldığımız çeşitli ürünlerin üzerindeki etiketleri okuyabilme yeteneği, düz yazı, şiir, rapor ve mektup yazabilme yeteneği, dinleyiciler önünde konuşma yapabilme ya da bir arkadaşınızla sohbet edebilme yeteneği gibi. Başka birinin konuşmasını dinleyebilme ve hem ne söylediğini, hem de ne gibi bir mesaj vermek istediğini anlayabilme de sözel zekânın ilgili olduğu alanlardandır.
Mantıksal matematiksel zekâ
Mantıksal/matematiksel zekâ benzer yönleri arama zekâsıdır. Matematiği kullanmaya (böylece benzer nesne arayışımıza) gelişimimiz içinde çok erken zamanlarda başlarız. Mantıksal/matematiksel zekânın ilk gelişim aşaması çevremizdeki gerçek fiziksel dünyada bulunan somut nesneleri kullanmamız ve onlarla oynamamızdır. Mantıksal/matematiksel zekâ geliştikçe daha da soyutlaşır. Lisedeki ya da üniversitedeki ileri matematik ve mantık dersleri çoğunlukla somut dünyadan tamamen uzaklaşırlar. O düzeyde diğer soyut şeyler hakkındaki soyut düşüncelerle ve başka sembol sistemleri için semboller oluşturan sembolik mantıkla uğraşırsınız! Bu alanlarda sayıların somut dünyada herhangi bir şeyle ilişkilendirilmeye gerek duymadan ideal soyutlamalar olarak tek başlarına durduklarını fark edeceksiniz. Aslında bu noktada bazı matematikçilerin ve düşünürlerin “saf matematik” ya da “sembolik mantık” dedikleri durumda rasyonel modellere, uyumlu tasarımlara ve mantıksal/analitik işlemlere derin hayranlık duyulur hatta zaman zaman kafa takılır. Pratik düşünceler ve uygulamalar modellerin tamamıyla estetik güzelliğine yol verirler.
Kinestetik Zekâ
Bütün zekâ modellerinin içinde bedensel/kinestetik zekâ, hayatımızın, büyük ihtimalle değerini en az sorguladığımız bir parçasıdır. Her gün hiç farkında olmadan çok çeşitli ve kompleks bedensel/kinestetik işler yaparız. Bu zekâ modeli bedensel olarak gerçekleştirebileceğimiz hareketlerin tamamıyla ilgilidir. Bunların içine sadece insanlık tarihinde bedensel olarak gerçekleştirilmiş başarılar değil bunun yanında şimdiye kadar fark edilmemiş doğuştan gelen kinetik potansiyeller de dahildir: çocukların yürüme potansiyelleri, gelişmemizin herhangi bir evresinde büyük ve küçük motor davranışları edinebilme, geliştirebilme ve yüz ifadeleriyle, duruşla ve diğer bir deyişle ‘beden dili’ ile ifade edebildiğimiz incelikler.
Görsel zekâ
Bazı açılardan görsel zekânın insan beyninin ilk dili olduğu söylenebilir. Beyin doğuştan itibaren görüntülerle ve resimlerle düşünür, hatta onları sözcüklerle ilişkilendirmeden bile önce. Görsel zekâ gördüğümüz her şeyle ilgilenir: Hayal edebildiğimiz her türlü şekil, desen ve tasarımlar (düzenli ya da düzensiz), somut ya da soyut görüntüler ve renklerin ve dokuların bütün yelpazesi. Bunlar sadece gerçek, somut dış dünyamızda (fiziksel gözlerimizle izlediğimiz) değil aynı zamanda zihin gözümüzle görebildiğimiz hayal dünyamızın derinliklerindedir (mümkün olan şeyi gözümüzde canlandırıp hayal kurabilme, hayal dünyasına dalabilme, hayalimizdeki yerlere hayalî yolculuklar yapabilme ve daha önce hiç yapmadığımız şeyleri oluşturabilme ve icat edebilme yetenekleri de dâhil olmak üzere).
Tabiata dönük zekâ
Bu zekâ türü çevremizdeki tabiî dünyayı algılama, beğenme ve anlamayla doğrudan ilişkilidir. Türleri birbirinde ayırt edebilme, çeşitli bitki örtüsünü ve hayvan türlerini tanıyabilme ve sınıflandırabilme ve tabiî dünyaya ilişkin bilgilerimiz ve onunla paylaştıklarımız gibi konularla ilgilenir. Gardner tarafından açıklanan son zekâdır ve tabiî çevreyi anlama, tanıma ile ilgilidir. Çeşitli çiçekleri ayırt edebilen farklı hayvanları adlandırabilen, hatta ayakkabı, araba, giysi çizimlerini ortak kategorilere yerleştirebilen çocuklarda bu zekânın gelişmiş olduğu gözlenebilir. Bu zekâ hem yapay, hem de tabiî çevreyi kapsar. İzci, dağcı, biyolog ve zoologlar bu zekâları gelişmiş kişilerdir.
Müzikal/ritmik zekâ
Müzikal zekâ, diğer zekâ türleriyle ilişkili olmayabilen kendi kural ve düşünme yapılarına sahiptir. Müzik üç temel öğeyi kullanarak konuşulan bir dildir: ses perdesi, ritim ve ton. Gardner düzenli olarak müzikle bir arada olan her insanın bu üç ögeyi kullanarak beste yapma, şarkı söyleme ve enstrüman çalma gibi müzikal faaliyetlerde sahip olduğu bazı becerilerle başarılı olabileceğini belirtmektedir. Çevredeki seslerden anlam çıkarma, konuşulan kişinin ses tonundan ruhsal durumunu kestirme, arabanın motor sesinden problem olduğunu anlama gibi davranışlar da müzikal zekâ dendiğinde akla gelmeyen ancak onun önemli bir parçası olan yetilerdir.
İçsel zekâ
Bildiğimiz kadarıyla kendi varlığının, düşüncelerinin ve eylemlerinin farkında olan tek yaratık insanoğludur. Bu, kendimizden uzaklaşıp kendi içimizdeki yansımamızdan bir şeyler öğrenebilme yeteneğidir. Kendi yaşantınız için şu süreçlerin ne kadar farkında olduğunuzu anlamaya çalışın: yalnızken iş dışındaki ne tür düşüncelerden gerçekten hoşlanıyorsunuz? Kendi kendinizi yenilemek için neler yaparsınız? Stresli, kızgın ya da endişeliyken ruh halinizi değiştirmek için ne tür şeyler yaparsınız? Son yıllarda kendinizle ilgili düşüncelerinizi değiştiren ne tür yeni şeyler keşfettiniz? “Gerçekte ben kimim?” sorusunu cevaplamanız gerekseydi ve dış görünüşler, sahip olduğunuz yetenekler, diğer insanlarla ilişkileriniz ya da işiniz hakkında konuşamasaydınız neler söylerdiniz?
Sosyal zekâ
Sosyal zekânın ilgi alanı insan ilişkileri, başka kişilerle ortak çalışma, diğer insanları tanıma ve onlardan bir şeyler öğrenme konularıdır. Zamanımızın çoğunu diğer insanlarla çalışarak ve iletişim kurarak geçirdiğimizden bazı açılardan bu zekâ türlerinin içinde en anlaşılabilir olanı olarak gözükebilir. Yine de bu konuda ne kadar iyiyiz? Diğer kişilerle yoğun çalışmalar gerektiren durumlarda her şeyi yeterince anlıyor ve değerlendirebiliyor muyuz? Çocukluk günlerimizden başlayıp, okul hayatımız yoluyla çalışma hayatına dönüşen dönem boyunca çoğu Batı toplumlarının normal sosyalleşme süreci nasıl rekabetçi ve dayanaklı bir birey olacağımız konusunda bize binlerce eğitim fırsatı sunar. Sosyalleşme yetenekleri ya da özellikleri konusunda ise benzer bir eğitimi almamız çok nadirdir. Bu zekâ türünün özellikleri çok karmaşık ve zor fark edilir olmasına karşın gerçek değeri genelde bilinmez.
Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
Kaynak: cokluzeka.com
|
Mustafa Oğuz
16.12.2008
|
|
“Ammâ ve lâkin” kültürü
Doğru konuşuyorsun, ama…
İyi güzel, ama…
Haklısın, hem de tamamen haklısın, ama…
Mücadele etmek lâzım, etmezsen olmaz zaten, ama…
Özgürlüğünü kullan, sana kullanma diyen mi var, ama…
Anayasa değişmeli diyorsun, değişsin, ama…
İstediğini yapabilirsin, sana ‘yapma’ diyen mi var, ama…
Eleştirebilirsin, eleştir tabiî, ama…
Düşünceni söyleyebilirsin, susma söyle, ama…
Konuşma hakkın var, konuş konuş, ama…
Başörtüsü takabilirsin, Anadolu’nun yüzde 90’ının başı bağlıdır zaten, ama…
Okula, üniversiteye gidebilirsin, git tabiî, bu ülkede eğitim özgürlüğü var canım, ama…
Başbakan olabilirsin, hatta Cumhurbaşkanı da ama…
İngilizce bilmek iyidir, Kürtçe de, ama…
Poor Türkçe’yi konuşmak lâzım, ama…
Gençleri ahlâk yozlaşmasından kurtarmak gerekir, ama…
“Kürt realitesini tanıyoruz”, ama…
AB’ye üye olmalıyız, hem de gecikmeden, ama…
AB’ye uyum reformları çok ama çok önemli, ama…
Her ülke güzel, bizim ki daha güzel, ama…
Herkes birbirini sevsin diyoruz, ama…
Vergi vermek iyi hoş, vergisiz ülke olur mu hiç, ama…
Yürüyün yürüyün, yollar yürümekle aşınmaz, ama…
Bu ülkeye komünizm lâzımsa onu da biz getiririz, ama…
Bu vatan bizim, ama…
O bir demokrasi kahramanıydı, ama…
Onun iktidarı bize insan gibi yaşadığımızı hissettirdi, ama…
Zeki, çalışkan ve çok faydalı biridir o, ama…
Üretken ve projeci bir arkadaş, ama…
Bu milletin adam olması için sallandırmak lâzım birkaç kişiyi, ama…
Anayasayı da değiştirelim, ama…
Bütünü bölme, yarımı elleme, aç kaldım da deme…
Ama… Ammâ… Ve… Lâkin…
(Not: ‘Ama’ kelimesini söyleyen kendi düşüncesinden pek emin değil, itiraz etmek için itiraz ediyor, ya da birilerinin ağzıyla konuşuyor. ‘Ammâ’—ikinci â harfi bastırılarak ve çekilerek söylenir—kelimesini kullanan kendine oldukça güvenlidir, aman dikkat! Sizi uyarıyor, bu düşüncede devam ederseniz size bir şeyler de olabilir. Gelelim ‘ammâ ve lâkin’ diyenlere. Bu muhteremleri mutlaka dinlemelisiniz. Bir bildikleri var. Onlar sizin büyükleriniz. Saygıda kusur etmeyin; onlar ne derse ‘he’ deyin. Dikkat eder-seniz, hem ‘amma’ var, hem de ‘lâkin’ var. Bir de bu iki kelimeyi birbirine bağlayan ‘ve’ var. Yaaa! Siz bildiğinizi okuyun, ‘ammâ ve lâkin’…)
|
B. SAİT ÇİFTÇİ
16.12.2008
|
|
Kültür karıncaları 2010'a yürüyor!
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, İstanbul Valiliği ve Özel Sektör Gönüllüleri Derneği işbirliği ile uygulanan Kültür Karıncaları 2010’a Yürüyor Projesi, “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” kavramını kullanarak, çocukların özel eğitimden geçmiş “İstanbul gönüllüleri”nin rehberliğinde İstanbul’un kültürel değerlerinin farkında olmalarını sağlamayı ve şehirlilik bilinci oluşturmayı amaçlıyor. Projenin he-defleri: Kültürel değerleri uyaran olarak kullanıp, interaktif eğitim yöntemi ile ülkemizin en büyük zenginliği çocukların; kendilerinin, yaşadıkları çevrenin farkında olmalarını, eğitimin, bilimin, bilginin gücünün önemini kavramalarını, kültürel değerleri benimsemelerini, korumalarını, kazanımlarını yakınları ile paylaşmalarını, edindikleri bilgi, beceri ve tutumun onlarda kalıcı davranış değişiklikleri oluşturmasını sağlamak.
İstanbul’un değişik semtlerindeki İlköğretim Okullarının 6. sınıf öğrencileri ile sürdürülen projenin faaliyetleri şöyle: 6. sınıf öğrencilerine 1 yıl süresince, İstanbul 2010 Kültür Başkenti Projesinin ana kavramları olan “toprak-hava-su-ateş” uzmanlar tarafından seçilmiş kaynaklar aracılığıyla işlenerek, İstanbul’un neden “2010 Avrupa Kültür Başkenti” seçildiği anlatılıyor ve önemli kültürel yapılar hakkında bilgi veriliyor. Kültür Karıncaları en çok 20’lik gruplar halinde İstanbul Gönüllüleri rehberliğinde 1 tam gün sürecek uygulama alanlarına çıkarılıyor. Kültürel mekânlarda eğitim Galata Kulesinde başlıyor, Sultanahmet Meydanı, buradaki tarihî-kültürel değerlerle ve Türk-İslâm Eserleri Müzesinde devam ederek, İstanbul Modern’de tamamlanıyor. Gerek kuramsal gerekse uygulamalı çalışmalar resim, drama, fotoğraf çekimi, 5 duyu çalışmaları gibi faaliyetlerle pekiştiriliyor. Projeye katılan Okullarda kültür karıncaları tarafından 2010 Kültür Başkenti panosu hazırlanıyor ve bu panoya İstanbul ile ilgili hayallerini resimlendirmeleri sağlanıyor.
Bu çalışmada yer alan okullara, eğitimlerini tamamlayan bütün kültür karıncalarına ve İstanbul Gönüllüleri’ne “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” çalışma Sertifikaları” verilecek. 2010 faaliyetleri çerçevesinde düzenlenen sergilerde kültür karıncalarının oluşturdukları eserler/işlerin sergilenmesi ve Mayıs 2010’da projeye katılmış bütün kültür karıncaları için bir şenlik düzenlenmesi planlanıyor.
|
16.12.2008
|
|
Ne kadar eğitim, o kadar sorumluluk şuuru
Akademik, sosyal, siyasal, entelektüel ve ahlâkî birikimlerini ortaya koyarak insanlık adına büyük bir sorumluluk üstlenen bireylere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bilinmelidir. Yaşadığımız yerle ilgili olarak çevre, eğitim-öğretim, sivil toplum, şehirleşme ve modern hayat alanlarında kafa yormak ve çağdaş projeler üretmek noktasında üzerimize düşen gayreti göstermek durumundayız. Saint Exupery “Hiç kimse hem sorumluluk, hem de umutsuzluk hissine aynı anda kapılamaz” der. Gelecek kaliteli bir hayat adına içinde umutları olanların aynı zamanda sorumlulukların da farkında olmaları gerekmektedir.
Bir eğitimci olarak yetiştirilen kaliteli bireylerle bilimde, san'atta, kültürde ve edebiyatta en üst seviyeye ulaşılabileceğine inanmaktayım. Çünkü dünyayı algılayış biçimimizi, hayata bakışımızı, demokratikleşmemizi, yaşadığımız topraklarda farklı kesimlerle gerçekleştirdiğimiz sosyal ilişkilerimizi, bilimde, san'atta, teknolojide, ilerlemenin yolunu şüphesiz eğitim kurumlarından edindiğimiz “eğitim”le gerçekleştiriyoruz. Ancak ülkemizde bilim, san'at, felsefe, siyaset, toplum ilişkileri, çevre bilinci ve ortak hayat alanlarının kullanımı gibi birçok alanda eksikliklerin olduğu bir gerçektir. Hâlâ farklı etnik unsurlar, mezhepler, ırklar ve görüşler karşısında duyulan bir tedirginlik söz konusudur. Okullarda bilim, san'at, toplum ve çevre gibi alanlarda ciddî projeler üretilememektedir. Bu arada yaşadığımız bütün sorunların kaynağını salt eğitime dayandırmanın doğru bir yaklaşım olmadığının ayrıca bilinmesi gerekir. Fakat eğitimin düşünmede, bireyin sorumluluk sahibi olmasında, evrensel değerlerin sindirilmesinde, bütün kesimlerin birlik beraberlik ve barış içinde yaşamasında ne denli etkili olduğu da bilinen bir gerçektir. Bir ülkede yaşayan fertlerin aşağı-yukarı tamamının yolunun eğitim kurumlarından geçtiğini düşünürsek, eğitimin o ülkenin kalkınmasında ya da geri kalmasında ne kadar aktif rol oynadığını daha iyi anlayabiliriz.
Sorumluluğunu bilen insanlara ihtiyaç var
Her bireyin yaşadığı yerle ilgili olarak ürettiği bir projesi olmalıdır. Bu bakımdan eğitimi ve eğitimciyi önemsemek durumundayız. Eğitim sisteminin mevcut kusurları özellikle hükümetlerin, eğitim sendikaların, basın kuruluşlarının ve kamuoyunun destek ve gayretleriyle giderilebilmelidir. Aksi takdirde mevcut sorunlarımıza yenilerinin ekleneceği akıllardan çıkarılmamalıdır. Bireyi okul duvarları içine hapsetmeyen, çevresiyle bütünleştiren, bilim, san'at ve teknolojide çağın yakaladığı seviyeye çıkartan, çevresinin tabiî güzelliklerini koruyan, onu güzelleştiren, ağaç diken, demokratik, çağdaş, farklı görüşlere açık bir eğitim anlayışının mutlaka devreye sokulması gerekmektedir. Eğitim kurumlarından mezun olan bir birey, öncelikle kendisine sonrasında yaşadığı yere ve dünyaya karşı bir sorumluluk taşıdığının bilincine varabilmelidir. Bu anlamda eğitimin kalitesi adına ciddî çalışmalarımız ve projelerimiz olmalıdır. Hayatı kaliteli kılmanın yolunun kaliteli eğitim-öğretim ortamlarından geçtiği unutulmamalıdır.
|
UFUK COŞKUN
16.12.2008
|