Kerkük’ün Bağdat’tan koparılıp âdeta rehin alınarak zorakî güç ve demografik değişim sonucu Bölgesel Kürt Yönetimine bağlanması operasyonu, Irak’ın kalbine saplanan etnik ayırım hançeriyle parçalanması projesinin bir parçası.
Geçtiğimiz ay Avrupa Parlamentosu’nda “Kerkük sorunu ve alternatifleri tanımlamak” konulu panelde konuşan Irak Raportörü Ana Mari Gomez’in Kerkük’te planlanan referandumun, “sorunu çözmek yerine büyüteceği” uyarısı, bunun en bâriz ifâdesi.
Doğrusu Neçirvan Barzani’nin “Kürtler Kerkük’te iktidar paylaşımına hazır” sözü, bulanık pragmatist politikalarla oynanan oyundaki tehlikeyi ele veriyor.
Keza Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin Türkmen Danışmanı Muzaffer Arslan’ın, işgalle birlikte peşmergelerin yıldırma taktiklerinden ve diğer grupların haklarını gasbettiğinden yakınıp AB’den yardım çağrısı, işgalcilerin baş müttefiki ve işbirlikçisi peşmerge baskısı ve zulmünün resmen itirafı.
Arslan’ın, “Bölgede, eşit ortaklık olmalı ve kendini yönetme hakkı yalnızca Kürtlere değil, Türkmenlere ve Araplara da tanınmalı” önerisi, pratik çözümü ortaya koyuyor…
EN ÇOK TÜRKİYE ZARAR GÖRMEKTE…
Hâdise ortada; işgalle birlikte kurulan kumpas safha safha devreye sokuluyor. Ne var ki işgal altındaki merkezî Irak hükûmetinin işgale, Türkmenlerin Kerkük’ten tasfiyesine, sistemli soykırıma gösterdiği tepkiyi, işgalle Irak’ın bölünüp parçalanmasından en çok zarar gören ve görecek olan Türkiye vermiyor. Amerikan işgal güçleri güdümündeki Bağdat’ın ve istilânın bütün ağırlığıyla sürdüğü Kerkük’teki Türkmenlerin sergilediği direnci ne yazık ki Ankara göstermiyor, açık bir itirazda bulunmuyor.
Kerkük’ten getirilen yaralıları ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Çemil Çiçek’in, “terör örgütünü koruyanları ve gerekli tedbirleri almayanları” sorumlu tutup, asıl Irak’ı kargaşa ve kaosa iten işgal ve işgalcilerden tek kelime bahsetmemesi enteresan.
Oysa Irak’taki Amerikan güçlerinin “El Kaide” bahanesiyle komşu Suriye’nin bir sınır kasabasına füze saldırısı düzenleyerek aralarında çocukların, yaşlıların ve kadınların bulunduğu dokuz sivili öldürmesine ilk tepkiyi Irak hükûmeti göstermişti. “Hangi gerekçeyle olursa olsun Irak topraklarından bir komşu ülkeye bu tür saldırıların kabul edilmeyeceğini” açıklamıştı. Ancak Ankara’dan en ufak bir uyarı verilmemişti.
Halbuki dörtyüz sene Osmanlı’nın vilâyeti kalan, halkı Osmanlı vatandaşlarının torunları olan Irak’ın işgalle istikrarsıza itilmesinden en fazla zararı Türkiye görüyor. Zira Kuzey Irak’ta kukla bir devlet oluşumu ve Türkiye’ye yönelik bölücü terör örgütünün yuvalanıp silâh, sağlık, eğitim ve malî destekle palazlandırılması, ABD’nin Türkiye’deki üslerinde konuşlandırdığı “Çekiç Güç” ve “Keşif Güç”le sağlandı…
İşgal ve savaşla oluşturulan otorite boşluğu içinde karmaşa ve anarşiye itilen bölgede PKK-PEJAK terör örgütü konuşlandırılarak her türlü lojistik destekle azdırıldı. Terör belâsıyla Irak’tan sonra en fazla kaybı Türkiye verdi. Son onbeş yılda otuz binden fazla insanı katledildi. Terörle mücadeleye üçyüz milyar dolar harcadı.
Bunlar yetmiyormuş gibi, Kuzey Irak’lı “dostları”yla terör kamplarını ziyaret eden Amerikalı yetkililer ve İsrailli subaylar, terörist elebaşlarına cür’et verdiler. Ankara’nın teslimini Washington’dan istediği terörist başları, başta Kuzey Irak olmak üzere, Irak kent ve kasabalarında serbestçe dolaştılar, himâye gördüler ve hâlen de görüyorlar…
“KERKÜK’E ÖZEL STATÜ”
Kerkük operasyonu doludizgin devam ediyor. Amerikan Savunma Bakanından sonra Bush da Irak’a ani bir ziyaret yapıyor. Kendisine hakaret ve aşağılama anlamına gelen ayakkabı fırlatılıyor; lâkin yine, “Amerikan güvenliği, Iraklıların hayalleri ve dünya barışı için Irak’ın işgalinin gerekli bir görev olduğu” saçmalıklarını tekrarlıyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün meslektaşı Talabani’ye, bu menfur saldırıları şiddetle kınaması mesajı, bir işe yaramıyor. Bir teselli ve temenniden ibaret kalıyor.
Gül, “Türkiye Irak’ın yanında” diyor ama AKP hükûmeti, Irak halkının yanında değil, Irak işgalcilerinin yanında yer alıyor. Zira Kerkük’teki intihar saldırısındaki ağır yaralıları Türkiye’ye getirtip tedavi ettiren Ankara, diğer yandan Irak işgalcilerine havaalanlarını, limanlarını açarak işgal ve zulme her türlü lojistik destekte bulunuyor.
Kara gözlü Irak’lı çocuklarının, mâsum Irak halkının üzerine bomba atan Amerikan savaş uçakları, İncirlik’ten, Müslüman komşu Türkiye’deki üslerden havalanıyor. Bu bakımdan Ankara’nın Irak halkının yanında olduğunu bildirmesi, bir şey ifâde etmiyor.
Ankara biran önce bu ikilemden kurtulmalı; oldubittilere karşı kuru demeç ve kınamalarla kalmamalı. Aynı inancı, tarihi, kültürü paylaştığı Müslüman komşu ve mazlum Irak’ı, sözde “stratejik müttefiki”nin küresel hegemonyası ve çıkarlarına fedâ etmemeli. Kerkük’ün demografik düzenbazlıklarla saptırılan emr-i vaki referandumla ABD’nin eyâleti kukla Kuzeydekilerin “insafına” bırakmamalı. Kerkük’ün, Telâfer’in ve diğer Türkmen kentlerinin, Irak’ın toprak bütünlüğünde Bağdat’a bağlanmasına çalışmalı, ağırlığını koymalı. Devlet dairelerinin levhalarının Arapça ve Kürtçenin yanısıra Türkçe yazılması gibi göstermelik düzeltmelerle yetinmemeli; Müslüman komşu Irak’ın birlik ve beraberliği içinde yönetimin ve bütün zenginliklerinin âdil ve eşit paylaşımını sağlayacak sistemle Kerkük’e “özel statü” verilmesi adına her türlü çabayı harcamalı.
Aksi halde millet ve tarih önünde vebâlden kurtulmayacaktır…
16.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|