Medyatik maskelerle ve sahte imajla, hîle ve fitne kuvvetiyle ayakta duran dessas ve lâin ecnebi politikalarıyla, Müslümanları “terbiye” etmek ve “ehlileştirmek” adına her türlü propaganda, baskı ve dayatmaya devam edildi.
“Sefâhette ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış, Deccal gibi bir tek gözü taşıyan, kör dehâsı ile rûh-u beşere cehennemî bir hâleti hediye eden” Batı felsefesi güdümündeki “ikinci Avrupa”, bu büyümüşlük ve gelişmişlik nîmetine şükretmeyip “Karun gibi şirke düştü.” Bu yüzden günâhları iyiliklerine gâlip gelen ve “medeniyetin bozuk kısımı”nı esas alan “şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semâvî tokat yedi ki, yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına çevirdi.”
Bediüzzaman, “Kalbin sedefinde din-i hakkın (hak din olan İslâm’ın) cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî, mânevî kıymetler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak” diye ikaz eder.
“Beşer siyasetinin bu gaddar kuralı”yla dünden bugüne dehşetli cinâyetler işlendi. Egemenlik ve ekonomik çıkarlar uğruna milyonlarca mâsum hunharca katledildi. Uluslararası şebekeler, küresel güçler, “terörle mücadele” paravanında on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına “fetvâ” verdiler. İki cihan harbi, insanlığın bin senelik maddî ve mânevî terakkiyâtını mahvetti.
İnsanlık iki dünya savaşıyla, harblerle, zulümlerle, ihtilâllerle, kıtlıklarla, krizlerle, çatışmalarla, kamplaşmalarla, terörle, kan, kavga ve gözyaşıyla birçok maddî ve mânevî kıyamet yaşadı…
BATI MEDENİYETİ, İNSANLIĞIN HUZURUNU
ZİR-Û ZEBER ETTİ…
Özetle, medeniyetin kötülüklerinin iyiliklerine üstün gelmesiyle, insanlık iki dünya savaşının bedelini ödedi. Hiroşima örneğinde olduğu gibi bir bombayla yüzbinlerce insan öldürüldü. Yeryüzü kanla bulaştırıldı…
Bediüzzaman’ın tefsiriyle, “fazilet ve hüda (hidayet) üstüne tesis etmeyen”, aksine “heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edilen” Batı medeniyeti, insanlığı perişan etti…
Sanayileşmiş ülkelerin sera gazını salmalarıyla, çevrenin tahribiyle, “kirli beşer eli bulaştığı yeri kirletti. Ekolojik dengenin bozulmasıyla atmosfer delindi, küresel ısınma dünya felâketlere düçar edildi. Dünya nüfusunun yüzde yirmisi, hatta yüzde onu, yüzde sekseninin kazandığının fazlasını kazanıyor. “Küresel sermaye”, birkaç silâh, petrol ve enerji şirketi, çeşitli oyunlarla yeryüzündeki bütün insanların çalışmasının sermayesini topluyor.
Afrika’da milyonlarca insan açlıkla kıvranırken, hergün kıt’a nüfusunun bir senelik ekmek ve gıda ihtiyacı, sâdece lüks otellerde israf edilip çöpe atılıyor…
Kısacası, semavî dinleri dinlemeyen Batı medeniyeti, inkârcı cereyanların ve maddeci felsefenin etkisiyle, “avâm (halk) ve havas (burjuva) tabakasını dâimâ mübârezeye (kavgaya) sürüklemiş. Kur’ân’ın temel içtimaî ve insanî kanunlarından olan zekâta ve faizin haram oluşuna bigâne kalmış. Bunun için “burjuvaları zulme, fukarâları isyâna sevk etmeye mecbur edip “istiráhat-ı beşeriyeyi (insanlığın huzur ve refâhını) zîr-ü zeber etmiş.
Böylece, birer “nîmet-i Rabbâniye (Cenâb-ı Hak’ın Rab isminin tecellisinin bir nimeti)” olan ve Peygamberlere gelen vahiyle ilki insanlığa hediye edilen medeniyet hârikalarına karşı “hakikî şükrü” yerine getirmemiş. Bu hârikaları, insanlığın menfaatine kullanması gerekirken, insanlığı tembelliğe ve sefâhete sevk eden ve hevesine esir hâle getirip “kanaatsizlik ve iktisatsızlık yolu ile israfa, zulme, harama” iten ifsatta istimal ve istismar etmiş.
“Çok menfaatli olan bir kısım hârika vesâitle (araçlarla)” insanlığın ihtiyacına mukabil keyif ve eğlenceye mahkûm ederek teknik ve teknolojiyi faydasız zâyi etmiş. Maddî refahı sağlayamadığı gibi mânen de insanlığı tehdit eder duruma düşürüp bir nevi cehennem azâbı vermiş… (Emirdağ Lâhikası, 334-335)
“ZEMİN YÜZÜ PİSLİKLERDEN TEMİZLENECEK…”
Bundandır ki “medeniyet-i hazıra-i garbiye” dediği günümüz Batı medeniyetini “ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmünde” tanımlayan Bediüzzaman, çâre olarak insanlığa “Kur’ân medeniyeti”ni müjdeler.
İnsanlığın yaratılışına aykırı ve selim fıtratı bozan bozuk ve çürük Batı medeniyetinin bu zaafının, Kur’ân-ı esas alan “Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar (sebep ve vesile), bir delil olduğunu” ifâde eder; “ve az vakitte galebe edecektir” diye haber verir.
Yine bundandır ki “medeniyet” izâhında, “Biliniz ki, bizim muradımız, medeniyetin mehâsini (faydaları, güzellikleri) ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günâhları, seyyiatları (günâhları, hataları) değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefâhetleri mehâsin zannedip, taklit edip mâlımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar” şerhini koyar.
“Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hâmiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu” tesbiti bu müjdeden doğar. “Ve inşaallah, istikbâldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehâsini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi (dünya barışını) de temin edecek” hakikati, bu müjdeden mânâlanır.
“Şimdilik Asya ve Afrika’da inkişafa başlayan ve dört yüz milyon (şimdi iki milyar) Müslümanı birbirine kardeş ve maddî ve mânevî yardımcı yapan ittihad-ı İslâmın, yeni teşekkül eden İslâmî devletlerde tesise başlaması” müjdesi, “âlem-i İslâmın büyük bayramının arefesi” ve “bayramı tebrik” müjdesinin mânâsını okutturur… (Emirdağ Lâhikası, 336)
* * *
Bu müjdenin mânâsıyla Kurban bayramınızı tebrik eder, “İslâm âleminin büyük bayramının arefesi” olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz ederim.
09.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|