Kurban ve Hz. İbrahim’i anlamak
Öyle bir adamdı ki, ateş onu ve kalbinin yüceliğini tanımış, yakmamıştı. Öyle bir adamdı ki, babasının yolunu ona saygıda kusur etmeden terk etmeyi bilmişti.
Öyle bir adamdı ki, ne güneşe ve yıldızlara kanmıştı ne de zalimin zulmüne boyun eğmişti.
Yeryüzündeki elçilerin “baba”sıydı.
Öyle yazıldı, öyle söylendi hikâyesi...
Bugün onu, yani Hz. İbrahim’ i hatırlatacağım size...
***
Neden?
Kısaca anlatayım.
Yıllar önce Yeni Yüzyıl’da yazmaya başladığımdan bu yana Kurban bayramlarında farklı yazılar kaleme aldım.
Kurban geleneğini güncel bir bakışla ele almaya karşı çıktım.
“Bu uygulama çağdışı bir şey” diyenlerle “bu uygulama özünde sosyal yardımlaşma-dayanışmadır” diyenlerin kısır tartışmasına girmek yerine insanlığın binlerce yıllık serüvenine eğilmeyi tercih ettim.
İlk yazılarımda bu geleneğin bütün toplumlar için geçerli antropolojik özelliklerinden söz ettim.
Sonraki yıllarda ilahi dinlerin öyküsünü ele aldım.
Mesele inanıp inanmama meselesi değildi.
Mesele binlerce yıllık anlatıların boş yere ortaya çıkmayacağını bilmekteydi!
Her şeyden önce...
Kurban edimi üzerine bütün öyküler bugün giderek unuttuğumuz kurban adabı nın aslında kurban âdetinden çok daha önemli olduğunu bize gösteriyordu.
***
Şimdi sıra Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmeye kalkışmasının ardındaki hikmeti anlamaya geldi.
İlahiyatçı değilim. Şükür, onların yapabileceği bir işe kalkışacak kadar kendimi kaybetmedim.
Hayır! Sıradan bir okur yazarın zihni ve görmüş geçirmiş bir kalbiyle yaklaşacağım Kur’an’daki anlatıya.
Yer dar! Biraz hızlı gideceğim elbette.(...)
Ne istendi Hz. İbrahim’den?
Oğlunu kurban etmesi, “boğazlama”sı istendi.
Hak yolunda kendi canını defalarca feda etmişti oysa Hz. İbrahim...
Hiç duraksamadan, gözünü kırpmadan hem de...
O halde İsmail’den vazgeçmesi ne anlama gelirdi?
Ondan “ sevdiklerinden “ vazgeçmesi isteniyordu.
Çünkü insanı yeryüzüne bağlayan canından çok sevdikleriydi.
İbrahim müthiş bir yol ayrımındaydı.
Yıllar boyu dualarla, dileklerle oğlunun yolunu beklemişti. Ona çok düşkündü!
***
Tam bu noktada Dr. Şeriati “İsmail’i kurban et” emrinde düz anlama değil derin anlama bakar ki, haklıdır. (“Nefsini öldür”deki öldürmek gibi...)
Sonra İsmail’i de bir özel addan çok bir sıfat olarak görmek gerektiğini söyler.
Bence haklıdır Şeriati, çünkü kurban olayının “ öz “ü tam da bu noktadadır.
Dönelim öyküye...
Her zaman Allah ne derse onu yapan Hz. İbrahim şimdi ne yapacaktır?
Bu buyruk karşısında teslimiyetin gücü babalık hazlarından daha mı hafif kalacaktır?
İblis girer araya.
Hz. İbrahim, zorlanır, düşer, kalkar...
Sonunda vakit gelir. Allah’ın emrine uymaya karar verir.
Ah, İsmail! Babasının çektiği sıkıntı nasıl da üzer onu! Boynunu uzatıverir.
Fakat bıçak!..
Orada çırılçıplak...
Orada apaçık biçimde kesmez bıçak.
İbrahim kızar, yere çalar bıçağı!
Ve birden bir koyun belirir.
Müjde ve mesaj gelir.
“Ey İbrahim sen emri yerine getirdin. Allah kurban edesin diye bu koyunu gönderdi.”
***
O gün de...
Bugün de...
Fakat belki de en çok bugün...
Ne anlama geliyor kurban?
Bunu anlamak için iki soruya cevap vermek gerek.
Bir... Hz. İbrahim olabiliyor musun? Yoksa kuru bir örf adet takipçisi misin?
İki... Senin İsmail’in ne?
Ali Şeriati şöyle açıyor bunu: “Başkasının bilmesine gerek yok, sen ve Allah bilsin yeter! Senin İsmail’in karın, kocan, mesleğin, şöhretin, servetin, gücün, makamındır belki...”
Sabah, 8 Aralık 2008
|