Bayramlar sevinç, mutluluk, kaynaşma, buluşma, yardımlaşma, dayanışma zeminidir. Ancak herşeyi “sırat-ı mustakim” çizgisinde götürmemiz gerekir.
Temel kabiliyetlerimiz (duygularımız) nedir, bunları nasıl kullanmalı?
Yüce Yaratıcı, ruhumuza “akıl, şehvet ve gadap/savunma mekanizması” diye isimlendirilen üç temel duygu gücü yerleştirmiştir. Bu temel yeteneklerimizin ifrat (aşırıya kaçma), vasat (ortayı tutturma) ve tefrit (aşırı geri kalma) şeklinde üç derecesi vardır.
* Aklın, ifrat, tefrit ve vasat olmak üzere üç derecesi bulunur: Tefriti, yani akıl çalıştırılamayıp veya eğitilemeyip geri bırakılsa “gabavet”, duyarsızlık doğurur.1 Aklın ifratı, cerbezedir. Cerbeze, doğruyu eğri, batılı gerçek gösterecek derecede aldatıcı bir zekâ yapısına sahip olmaktır. Aklın vasatı tercih etmesine ise, “hikmet” denilir. Hikmet, her şey hakkında doğru, uygun karar verebilme kabiliyetidir. Hikmet sahibi, gerçeği gerçek bilip uyar, yanlışa yanlış der uzaklaşır.
* Yeme, içme, gezme, eğlenme, uyuma ve cinsî ihtiyaçlar dâhil her türlü menfaatleri, zevkleri ve lezzetleri çeken temel duygumuzun adı kuvve-i şeheviyedir. Şehvet duygusunun geri kalmışlığına “humud” ismi verilir. Bu mertebede olan kişinin ne helâle, ne de harama bir isteği olur. Şehvet gücünün aşırısı, “fücur”dur. Yani, kötülük ve günahlarda hiçbir sınır tanımaksızın hayatını sürdürmektir. Facir, yani meşrû olmayan zevk, eğlence ve sefahate dalan kişi zulümden, baskıdan, haksızlıktan, helâl-haram demeyip saldırmaktan, namus ve ırzları çiğnemekten çekinmez. Şehvetin orta mertebesi, yani denge durumu ise “iffet”tir. Duygularını iffet derecesine tutan kişi, meşru ve helâl şeylere karşı iştahı olur; haram ve gayr-ı meşrû hallerden uzak kalır.
* Kuvve-i gadabiye ise, insana zararlı şeyleri def etmek ve hayatını korumak için verilmiştir. Gadabın ifratına, çizgiyi aşanına “tehevvür” denir. Tehevvür durumunda ne maddî ne de manevî hiçbir şeyden korkulmaz. Hiçbir hak ve hürriyete saygı duyulmaz. Sadece güce dayanılarak zayıflar ezilir ve aldatılır. Zulüm, işkence, savaş, terör, şiddet gibi ne kadar olumsuzluk varsa tehevvür mertebesinin ürünüdür. Öfkenin tefriti, “cebanet” yani korkaklıktır. Tefrit derecesinde öfkeye sahip olan birisi, korkulmayacak şeylerden bile korkar. Bu durumda olan ne kendi hakkını, ne de hemcinslerinin hakkını koruyabilir. Öfkenin vasat mertebesi ise, “şecaat” yani erdemli cesarettir. Cesaret sahibi bir insan hem kendisinin, hem de diğer insanların maddî ve manevî haklarını korumak, savunmak için gerektiğinde canını feda etmekten çekinmez, mukaddesleri müdafaada aslan kesilir, meşrû olmayan şeylere de karışmaz.2
Ruhumuz, şiddetli merak, ateşli sevgi, dehşetli hırs, müthiş öfke gibi onlarca pozitif-negatif duygu ve hislerle örülmüştür. Vücudumuzda psiko-fizyolojik bağlarla da ruh-beden birlikteliği sağlanmıştır.
Ruhumuza aynı zamanda duygularımızın ve kabiliyetlerimizin derecelerini yönlendirme iradesi de konmuş. İmanımızın gücü, düşünce düzeyimizin yüksekliği, niyetlerimizin kararlılığı, şuurumuzun genişliği oranında ruhumuzu geliştirir, duygularımızı kontrol edip programlayabilir, hikmet dairesinde olağanüstü haller gösterebiliriz. Çünkü inancımız/imanımız düşüncelerimizi, düşüncelerimiz de şartlı refleksi, onlar da alışkanlıkları, onlar da fizyolojik yapımızı etkiler ve harekete geçirir.
İşte temel yeteneklerin sırat-ı mustakim çizgisinde götürülmesi, duygu bazında da gerçek bayramı yaşatır…
Dipnot:
1-İşârâtü’l-İ’câz, s. 29.; 2-A.g.e., s. 29.
09.12.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|