Günümüzün şartları, geçmiş devrelere benzemiyor. İnsanların duygu, his ve düşünceleri, eski zaman insanlarıyla kıyaslanamayacak kadar genişlik ve giriftlik kazanmış. İlim, akıl, fen ve tekniğin hükmettiği günümüz, vaaz ve irşadın da bu şartlara uygun yapılmasını zarûrî kılıyor.
Vaiz derken, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker”i (doğru, iyi, güzeli emretme; yanlış, kötü ve çirkinden uzaklaştırma) görevini yerine getirmeye çalışan kişi kast edilir. Bunlar, kürsüye çıkan “resmî vaiz”ler olmaları şart değildir. İslâmiyeti bilen ve anlatma gücüne sahip olan herkes—özellikle dinî meselelerde kendisini yetiştiren ve görev alanlar—bu sınıfa dahildir.
Nasihat, vaaz, öğüdün temel şartı nedir? Tebliğ, irşad vazifesini üstlenenlerin ve vaazların taşımaları gereken özellikler şöyle sıralanabilir:
* “Vaizler umumî öğretmenlerdir” diyen Bediüzzaman, onlara, “Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir”1 şeklinde bir hatırlatmada bulunur.
* İsabetli tebliğin ifâsı, irşada ve tevfik-i İlâhiyeye (İlâhî maksada) uygun hareket etmekle mümkün.2
* Vaiz muhakemesiz olmamalı. Muhakemesiz vaizler, çok hakaik-ı neyyire-i diniyenin (dinin nurlu gerçeklerinin) hüsufuna (perdelenmesine) sebep olmuşlardır.3
* Vaaz/tebliğ; halkın nazarına, âmmenin (herkesin) hissine, cumhurun (ekseriyetin, çoğunluğun) fehmine, anlayışına göre yapılmalı.4
* Vaiz ve tebliğci hırs göstermemelidir. Vazifesinin güzelce tebliğ olduğunu bilmeli, ancak, tesiri ve neticeyi düşünmemeli.5
* Tebliğde lezzet ile elemi birlikte göstermeli.6 Yâni, iman, ahlâk yolunun lezzet, küfür ve çirkef yolunun ise elem, üzüntü, keder ve sıkıntılarla dolu olduğunu, “Safi zihinleri dalâlete atmadan, yoldan çıkarmadan” verebilmeli.
* Vaiz, hem hâkim, hem muvazeneli olmalı.7 Meseleleri çok iyi bilmeli. Onları, akıl, mantık, günün ilmî gelişmeler seviyesine göre takdim edebilmeli. Ve, dengesiz hareket etmemelidir. Yâni, “Küçük suçlara büyük cezâ, büyük suçlara küçük cezâlar” kesmemeli.
* Vaizler, bir şeye rağbeti arttırırken, diğerinin değerini düşürmemeli, ölçüyü kaçırmamalıdırlar.8
***
“Ne kubbe çattı, ne anlattı be! Demediğini bırakmadı. Herkese çattı!”
“Ne dedi peki?”
“İnsanın aklında mı kalıyor?”
Vaizler ikna etmeli, aklî olmalı.9 Yâni, İslâmı tebliğ ederken, sadece parlak tasvirlere, mübalâğalı tabirlere, hissî ifâdelere yer vermemelidir. Çünkü, hisler değişken olur. Başka mekânlarda, başka topluluklarda, başka hâdiseler karşısında değişebilir. Yalnız başına kaldığında ise, “aklı” kendisiyle beraber olacaktır. Anlatılanlar aklen, ilmen, mantıken isbat edilmeli, izâh edilmeli, açıklanmalı. Tâ ki, etkisi devâm etsin.
* Vaizler, çok mübalâğa ederek, şevkleri kırmamaları gerekir.10 Vaiz ve hatiplerimizin kürsü kırmalarına, “kubbe çatmalarına” gerek yok. Nasihatlerinin tesiri, yukarıda sıraladığımız hususlara riâyet etmekle beraber, “ihlâs” ile yapmaları ve söylediklerini yaşamalarına bağlıdır. Aksi halde sözleri kuru bir gürültüden ibâret kalır. Kendilerinin tutmadığı nasihatleri, başkaları neden tutsun ki?
Dipnotlar: 1- Hutbe-i Şâmiye, s. 102. 2- Emirdağ Lâhikası, s. 10. 3- Muhakemât, s. 28. 4- Mesnevî-i Nûriye, s. 196. 5- Lem’alar, s. 155, 156. 6- Sözler, 718. 7- Muhakemât, s. 28. 8- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 88. 9- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 88. 10- Muhâkemât, s. 78.
26.11.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|