Müntesipleri açısından Bediüzzaman’ı tanımak, onun ulvî dâvâsının esaslarını, hedefini, gayesini doğru bir şekilde anlamaya çalışmak önemli bir vazife olsa gerek. O büyük dâvâ adamının fikir ve düşüncelerini, ideâlini gerçek mânâda öğrenmenin yolu da, onun bütün insanlığın istifadesine sunduğu Nur Külliyatını anlayarak okumaktan geçiyor. Bediüzzaman’ın ideal ve hedefini belirleyen prensip ve düsturların hepsi, hiçbir şüpheye, hiçbir tereddüte yer vermeyecek biçimde bu geniş kapsamlı Külliyat’ta tarif edilmiştir.
Altı bin sayfalık böyle bir dev eseri mütalâa etmek, oradaki hak ve hakikatleri, prensip ve esasları olduğu gibi anlamak ve o doğrultuda yön tayininde bulunmak da, elbette bir çaba gerektirir.
Bediüzzaman’ın dâvâsını dâvâ edinenlerin, Risâle-i Nur’a talebe olmaya talip olanların, onun dâvâsının esaslarını, yine onun tarif ettiği biçimde öğrenmeleri ve o yönde de neşretmeleri, hizmette bulunmaları önemli bir vecibedir.
Yoksa Bediüzzaman’ın fikir ve düşüncelerine uymayan, Risâle-i Nur’daki hak ve hakikatlere, prensip ve düsturlara aykırı bir durum meydana gelmiş olur ki, bunun manevî mes’uliyeti ağır olur. Bu yöndeki bir ihmal, hafife almak gibi bir durum, bu ulvî dâvâda tamiri zor yanlışlıklara ve sapmalara sebep olur ki, bu durum müsebbipleri açısından çok ağır bir mükellefiyettir.
Bu gibi hoş olmayan durumlara sebebiyet veren, bir kasıttan öteye Nur Külliyatı hakkında yeterli bilgiye sahip olmamak veya eserlerdeki mesajları yanlış tevillere tâbi tutmak, bazen de kişi ve cemaatlerin mizaç ve meşreplerinin penceresinden Risâleleri yorumlama yanlışları olsa gerek.
Bilerek veya bilmeyerek bu gibi yanlışlıklara veya yanlış anlamalara sebebiyet veren veya verenler, bir de kendilerini Nur talebesi olarak tanıtıyorlarsa veya umumun kanaati o yönde ise, işte o zaman bu yanlışların ciddiyeti ve bedeli daha bir artıyor.
Bu konuyu gündeme getirmeme sebep olan, bir dostun evinde hususî bir sohbet esnasında, orada bulunan bir zatın, mensubu bulunduğu cemaatin faaliyetlerinden bahsederken, Bediüzzaman’ın vefatından önceki ve sonraki iman hizmetinin seyriyle alâkalı, Risâle-i Nur’un mesleğiyle bağdaşmayan mesnedsiz ifadeleriydi.
İlgili kişiye “Şu söylediklerinizin kaynağını gösterebilir misiniz? Neye dayanarak bunları iddiâ ediyorsunuz, lütfen söyler misiniz?” deyince “Risâlelerde böyle bir şey var mı yok mu bilemiyorum... Bu söylediklerim, bizim kendi görüş ve düşüncelerimiz” diyerek sözünü bitirdi.
Risâle-i Nur’da yeri olup olmadığını bilmeden, Risâle-i Nur mesleğiyle ilgili konuşmanın değerlendirmesini takdirlerinize havale ediyorum.
Ayrıca söyledikleri, aslında Risâle-i Nur’dan azıcık haberdar olan her ehl-i insaf sahibinin, Bediüzzaman’ın fikir ve düşünceleriyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını bileceği şeylerdi.
Neticede; ister bilerek, ister bilmeyerek olsun, bu gibi iddiâlarda bulunmak, gerek Bediüzzaman’ın şahsına, gerek Risâle-i Nur’a, gerekse de onun şahs-ı mânevîsine büyük bir saygısızlık ve ağır bir vebaldir.
14.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|