Küçücük bir çocukken harçlıklarımı biriktirir, haftanın ya da ayın ödülünü verirdim kendime. Büyüdükçe harçlıklarıma oranla, kendime verdiğim ödüller de değişti… Değişmeyen bir şey vardı. Hayalini uzun uzun kurduğum eşya, sahip olduğumda birdenbire büyüsünü yitiriveriyordu. Hani masallarda okuduğumuz bir dokunuşla kurbağaya dönüveren prensesler gibi. “Tamam, aldım işte!” dediğim anda elimdeki eşya sıradanlaşıyor, “Aradığım bu da değil işte!” dedirtiyordu. Bu hale şaşırır, bir anlam veremezdim…
Oyuncaklarından artık sıkılmış olan bir çocuğun vurdumduymazlığını, ilgisizliğini, donukluğunu, yeni oyuncaklar arayışını kendimde ve çevremde çok gördüm. Gördüğüm yerde tanıyordum bu hâli… Bir sırrı olmalı, püf noktası bulunmalıydı. Neydi o…
Yıllar sonra bu sırrın sırrını Bediüzzaman Hazretlerinin İktisat Risâlesini arkadaşlarımla okuduğumuzda açık ve net bir şekilde çözebildik.
“İşler hiç de sandığınız gibi değil!” diyordu Bediüzzaman Hazretleri. Bir kere rızk “kazanılmış” değil, “ihsan edilmiştir!” diyordu. Karun gibi “Ben bunu kendi gücümle, paramla kazandım” tavrı kula yakışmazdı. Rızklar hiç umulmayan yerlerden, umulmayan şekilde “özel olarak” gönderiliyor, adrese teslim ediliyordu merhameti sonsuz Rezzak Zat tarafından. Rezzak-ı Hakiki kuru bir çubuktan lezzetli üzüm salkımlarını, kara topraktan bin bir çeşit renk tat ve kokuda nimetleri, zehirli bir böcekten dünyanın en güzel şifalı tatlısını, elsiz bir böcekten yumuşacık ipeği gönderiyordu.
İnsana düşen vazife, bunları adaletle kullanılır hale getirmek, israf etmemek ve her daim şükretmekti. İktisat, “eli sıkı olmak” nimeti az kullanmak değildi. Gönderilen rızkları yerinde ve zamanında, maksadına göre hikmet-i İlâhiyeye uygun olarak kullanmaktı.
Ve her şeyden önemlisi şükrü yapılmayan her nimet “israf” edilmiş demekti. Bununla birlikte yüz aç adamın huzurunda da büyük bir lezzetle fazla yenilmez, içilmez, giyilmezdi… Bunlar paylaşılırdı muhtaç olanlarla. Bu paylaşım kimi zaman zekât, kimi zaman sadaka, kimi zaman karz-ı hasen, infak olurdu. “Hayırda israf, israfta hayır yoktu!”
HAYATI KUŞATAN BİR KAVRAM: İKTİSAT
İktisat sadece yeme, içme giyinme alanlarında değil zaman kullanımında, uykuda, konuşmada, duyguların, istidatların kullanımında bile geçerli olan, hayatın tümünü kuşatıp kucaklayan bir kavramdı. Tebessümü dahi sadaka olarak nitelendiren bir rahmet peygamberimiz vardı bizim.
Arkadaşlarımla yaptığımız okumalarda Risâle-i Nur’un eşsiz satırları arasında keşfedip de “Demek biz bunu yanlış yapıyormuşuz! İşler sandığımız gibi değilmiş” dediğimiz çok sırlar oldu. Ama değişmeyen bir hakikat var ki, o da şu: “Daha çoook çalışmamız lazım, çoook!”
Zira insanın hakikatleri anlaması, anladıklarını öğrendiklerini yaşantısına aktarabilmesi, rıza-yı İlâhîyi hedeflemesi ve her an ihlâsını muhafaza edebilmesi zor! Hele böyle insanın düşünme melekesinin bin parça olduğu, nefsin eneye binip dalalet vadilerinde dörtnala koştuğu ahir zaman hengâmında…
Risâle-i Nur’un satırları arasında çözemediğimiz, dolayısıyla günlük yaşantımıza aktarmakta zorlandığımız daha birçok değerli düsturların olduğunun farkındayız. Ama artık biliyoruz ki huzurlu bir hayatın elmas anahtarı şükürde, nimeti nimet bilmekte, nimet Vereni hiçbir zaman unutmamakta. Şükretmek, kendisi gibi güzel haller olan izzet, nimete hürmet, bereket, çalışkanlık, şevk gibi güzel hasletleri taşıyor insanın dünyasına… Şükürsüzlük, elindekine kanaat etmeyip hırslanmaksa israfı, tembelliği, şikâyeti, bereketsizliği, izzet yerine zilleti getiriyor insanın dünyasına.
Evet, hayat okulunda eğitimimiz devam ediyor. Son nefesimize kadar öğreneceğimiz, anlamaya çalışacağımız o kadar çok ders var ki! (Ölürken bile ölmeyi öğrenmiyor muyuz?)
TEFEKKÜR ETSEK
Moda, reklâm, gelenek görenek gibi tüketim ekonomisinin olanca gücüyle pompaladığı faktörlerle paramparça olan aklımızı iman hakikatleriyle toparlamaya çalışıp, tefekkür etsek göreceğiz ki:
İnsan varlık âlemine en aciz ve en muhtaç bir mahlûk olarak gönderilmiştir. İnsan yavrusu ve sair hayvan yavruları arasındaki fark bunun en bariz delilidir. Hayvan yavrularının arzuları, ihtiyaçları bellidir. Dünyaya geldikten kısa bir zaman sonra niçin yaratılmışlarsa o işi bilinmeyen âlemlerde öğrenmişçesine beceriyle gerçekleştirirler.
İnsan yavrusu öyle mi ya? Arzuları sınır tanımaz. Kendi hayatını yetişkin desteği almadan devam ettirebilmesi için uzun yıllar gerekir. Zengin kabiliyetleri onu varlık âlemindeki her mevcutla ilgilendirir. Muhatap olduğu her bir olayı yorumlar, Yaratıcısı ile ilgisini kurar ve eşref-i mahlûkat olur. İnsan bu şekilde imanını yaşar.
Elindeki her bir eşyayı sonsuz merhamet ve hikmet sahibi bir Zatın ihtiyacına karşılık verilen hediyesi olarak değerlendirir, “nimet” bilir, böylece eşyaya sonsuz bir değer kazandırır. Kendisine verilen her bir eşya onun rızkıdır ve sonsuz “şükür” gerektirir. Çünkü nimetlerin veriliş maksadı şükürdür. Sadece dil ile söylenen “Elhamdülillah!” haricinde, hâl lisanıyla da şükretmek gerekir. Bu da insanın kendisine verilen nimetleri yerinde, ihtiyaçlarına ve maksadına uygun olarak kullanmasıyla mümkündür. İşte iktisat budur, eşyayı veriliş maksadına uygun kullanmaktır.
SINIRSIZ ARZULAR, SINIRLI İHTİYAÇLAR...
Her arzu ihtiyaç değildir. Arzular sınırsızdır, ebede uzanmaktadır. İhtiyaçlar ise sınırlıdır. Yeme, içme, barınma, giyinme gibi bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdadır. Arzuları tatmin etmek kısacık dünya hayatında mümkün değildir. Bitmek tükenmek bilmeyen arzularını, ihtiyaç zannederek temin etmek için son nefese kadar çabalayıp durmak, adeta dilencilik yapmak ne acıklı bir durumdur! Sınırsız arzuların insan fıtratına yerleştirilmesinin nedeni, ihtiyaçlarının sonsuz, ama iktidarının az olduğunu anlaması içindir. O arzuları karşılayabilecek, ilmi, gücü, merhameti sınırsız olan Zatı anlayabilmesi ancak bu şekilde mümkündür.
Yani insanın hayatı boyunca karşılayamayacak sınırsız arzularının fıtratında yerleştirilmesinde de “israf” yoktur. Mademki arzularımızı karşılayamıyoruz, niçin yaratılışımızda var sorusunun cevabı da buradadır işte.
Başka türlü elimizin ulaşamadığı ihtiyaçlarımız için “Kâdiyu’l-Hâcât”a el açar mıydık?
Kaldı ki, hayatımızı devam ettirmemiz için gereken zarurî rızka Cenâb-ı Hak kefildir.
İMAN GÖZLÜĞÜNÜ TAKINCA
Evet, iman gözlüğü hayatımızın kalitesini ve rengini böyle etkiliyor işte…
Oyuncağından sıkılmış çocuk psikolojisinde olan nefsimizi her zaman iman hakikatleriyle eğitmemiz kulluk vazifemiz, bu dünyaya gönderiliş gayemiz.
Tıpkı âyette söylendiği gibi:
“Onlara söyle ki: Ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.”
(Yunus Sûresi, 58.)
21.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|